İnsan-ı Kâmil Tasavvufî bir kavram olarak insan-ı kâmil, sözlük anlamından farklı ve daha kapsamlı bir manaya sahiptir. Allah’ın bütün isim ve sıfatlarının kendisinde tecellî ettiği, bu nedenle yeryüzünde O’nun halifesi olan, hazarât-ı hams ve meratib-i vücûdu kendisinde toplayan kişiye insan-ı kâmil adı verilir. İlk dönem sufileri insan-ı kâmil kavramını kullanmamışlardır. Fakat Hallâc-ı Mansûr (ö. 309/922) “Allah Âdem’i kendi suretinde yarattı” 246 hadisine dayanarak, Allah’ın kendi nefsinde, kendisi için tecelli ettiğini söylemiştir. Bu tecelli ile Allah, kendi isim ve sıfatlarının tümünü ihata eden sureti vücûda getirmiştir. Hallac’ın bu anlayışı, daha sonra İbnü’l- Arabî (ö. 638/1240)’nin insan-ı kâmil düşüncesine temel oluşturmuştur. İnsan-ı kâmil anlayışı, varlık düşüncesiyle bağlantılıdır. Nitekim İbnü’l-Arabî’ye göre âlemilk önce ruhsuzdu. Cilasız bir aynaya benzemekteydi. Âdem bu cilasız aynanın cilası ve ruhu oldu. Ona göre ilahi isim ve sıfatların, bütün kemallerini aksettiren insanın cismi, büyük âlemin cisminden küçük olsa bile, o büyük âlemin tüm hakikatlerini kendinde toplamıştır. Allah’ın bütün isimlerini bilen, maddi ve manevi tüm kemal mertebelerini ihata eden tek varlık, insan-ı kâmildir. O, Hz. Muhammed (a.s.)’dir. Ancak O’nun tarihi şahsiyeti değil, henüz Âdem balçık halinde iken peygamber olan Hz. Muhammed’dir. Başka bir deyişle hakikat-ı Muhammediyye’dir. İnsan-ı kâmil, varlığın ve yaratılışın gayesidir. Zira ilahi irade ancak onun vasıtasıyla tahakkuk İnsan-ı Kâmil Tasavvufî bir kavram olarak insan-ı kâmil, sözlük anlamından farklı ve daha kapsamlı bir manaya sahiptir. Allah’ın bütün isim ve sıfatlarının kendisinde tecellî ettiği, bu nedenle yeryüzünde O’nun halifesi olan, hazarât-ı hams ve meratib-i vücûdu kendisinde toplayan kişiye insan-ı kâmil adı verilir. İlk dönem sufileri insan-ı kâmil kavramını kullanmamışlardır. Fakat Hallâc-ı Mansûr (ö. 309/922) “Allah Âdem’i kendi suretinde yarattı” 246 hadisine dayanarak, Allah’ın kendi nefsinde, kendisi için tecelli ettiğini söylemiştir. Bu tecelli ile Allah, kendi isim ve sıfatlarının tümünü ihata eden sureti vücûda getirmiştir. Hallac’ın bu anlayışı, daha sonra İbnü’l- Arabî (ö. 638/1240)’nin insan-ı kâmil düşüncesine temel oluşturmuştur. İnsan-ı kâmil anlayışı, varlık düşüncesiyle bağlantılıdır. Nitekim İbnü’l-Arabî’ye göre âlemilk önce ruhsuzdu. Cilasız bir aynaya benzemekteydi. Âdem bu cilasız aynanın cilası ve ruhu oldu. Ona göre ilahi isim ve sıfatların, bütün kemallerini aksettiren insanın cismi, büyük âlemin cisminden küçük olsa bile, o büyük âlemin tüm hakikatlerini kendinde toplamıştır. Allah’ın bütün isimlerini bilen, maddi ve manevi tüm kemal mertebelerini ihata eden tek varlık, insan-ı kâmildir. O, Hz. Muhammed (a.s.)’dir. Ancak O’nun tarihi şahsiyeti değil, henüz Âdem balçık halinde iken peygamber olan Hz. Muhammed’dir. Başka bir deyişle hakikat-ı Muhammediyye’dir. İnsan-ı kâmil, varlığın ve yaratılışın gayesidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder