, Cenâb-ı Hakk bizim vücudumuzda üç öge yaratmıtır. 1) Bedenimiz, 2) Nefsimiz, ve 3) Rûhumuz. imdi biz, bedenimizi görüyoruz. Nefsimizin de âsârını müahade ediyoruz. Karnımız acıkıyor, doyuyoruz; susuyoruz, susuzluumuz gidiyor; okuma ihtiyacımız beliriyor, bunu gideriyoruz; uyuyoruz. Bunlar hep nefsimizin tezâhürleri. Pekiyi de, içinizde hiç rûhunu görmü olan var mı? Rûhumuzu göremiyoruz. Ama bedenimizin ve nefsimizin derûnunda bu iç içe mubârek kasalara emanet edilmi olan Cenâb-ı Hakk'ın Rûhu deil mi? Ona Rûhumdan üfürdüm demiyor mu? Biz bunu görebiliyor muyuz? Göremiyoruz. Niye göremiyoruz? Çünkü rûhumuzla bizim idrâkimiz arasında nefsimiz hükümran. Nefsimiz bir mahbes rolü oynuyor, bir engel rolü oynuyor. O hâlde nedir bu nefs
e nefsin yedi vechesi, ya da yedi yüzü, ya da yedi sûru, ya da yedi perdesi, ya da yedi kalesi olduundan bahsedilir. Bunlara sırası ile verilen resmî adlar öyledir: Birincisi Nefs-i Emmâre, yâni kötülüü emreden nefsdir. Nasıl bir mertebedir bu nefs mertebesi? Bu nefis mertebesi insâna: ehveti, hırsızlıı, hiddeti, iddeti, dedikoduyu, gıybeti, nekeslii, yalanı, nifâkı, hilebazlıı, hasedi, tembellii, yalancılıı, haksızlıı, sabırbızlıı, muhabbetsizlii, efkatsizlii, nemelâzımcılıı, idrâksizlii ve bunun gibi hatırınıza ne kadar kötü evsaf gelirse insâna bunları emreder. Nefsin ikinci mertebesi, ikinci vechesi Nefs-I Levvâme vechesidir. Nefs-i Levvâme vechesi, kendini kınayan nefs demektir. Bu nefs mertebesinde nefs, vehimle mülevvestir. Vehmin tam gulyabanîletii bir durumdur bu. Bu durumda insân kendisinde olmayan evsafı kendisine izâfe ettii gibi, kendisinde olmayan hatâları da kendisine izâfe edebilir. Her bir eyde hatâlı olduunu, günâhkâr olduunu gösüne vurarak, tövbe ederek, kendisini kınayarak ortaya koyar. Yâhut da büyük bir paranoya içinde "Benden daha âlâsı var mı? Ben o ii çok iyi bilirim. O kimse mi, be para etmez, esas bana sor" gibilerinden efelik taslar. Her ikisi de vehimdir. Vehim, yâni kuruntu, insânın kendisine ister müsbet, ister menfî olsun, kendisinde olmayan vasıfları atfetmesi marâzîdır.. Nefsin üçüncü mertebesi Nefs-i Mülhimme yâni kendisine ilhâm olunan nefs mertebesidir. Bu ilhâm; eytânî de rahmanî de olabilir. Çok tehlikeli bir mertebedir.Ve dikkat edilmesi gereken husus udur ki nefs, her bir mertebede insânın kendisinin gerçek mâhiyetini anlamaması için binbir türlü hile, binbir türlü desise ihdas eder. Dördüncü mertebe ise insânın yava yava artık nefsin bu üçkaıtçılıklarını, bu hilelerini-hurdalarını örendikten sonra bu bilgisinin kendisine verdii itminan ile elde ettii Nefs-i Mutmainne mertebesidir. Yâni itminana ulamı nefs mertebesidir. Bu mertebeyi de aan beinci mertebe olarak karısında Nefs-i Râdiyye mertebesini yâni Allh 'tan râzî olan nefs, Allh 'tan honut olan nefs mertebesini bulur. Altıncı nefs mertebesi Nefs-i Mardiyye mertebesidir; yâni Allh 'ın kendisinden râzî olmu olduu nefs mertebesi. Ve son nefs mertebesi de Nefs-i Kâmile ya da Nefs-i Sâfiyye, yâni kâmil ya da saf nefs mertebesidir. Kâmil ve saf nefs mertebesinin hilesini de hurdasını da amaya muvaffak olan bir kimse nefs yönünden bir kemâl mertebesine ulamı olur. Kemâlin sonu yok ama bu, ilk kemâl mertebesi.
Nasıl bir kemâl mertebesi? Bakınız Cenâb-ı Peygamber'in çok ilgi çekici bir hadîsi var. Cenâb-ı Peygamber bir seferden dönüldüü zaman Ashâb-ı Güzin'e demi ki: "Ey ihvânım! Küçük Cihâddan döndük; imdi zemen en büyük cihâd zamanıdır". "En büyük cihâd nedir Yâ Resûlullah?" diye sorulduunda da: "En Büyük cihâd; nefse karı açılan cihâddır" diye cevap vermitir. Bu, nefsin hevâ ve heveslerine, hilelerine, desiselerine açılmı olan cihâddır. te, Turûk-i Aliyye dediimiz bütün tarîkatlarda nefse karı ve onun yedi mertebesinin bütün hile ve hurdalarını öretmeye, insânı bu konularda bilgi sâhibi kılmaya mâtuf bir cihâd ilân edilir. Nefsin bu yedi mertebesine Etvâr-ı Seb'a yâni “Yedi Tavır” diyoruz. Çünkü Nefs-i Emmâre mertebesine ehli tarîk,Tavr-ı Âdemiyye, Hz.Âdem'in tavrı; Nefs-i Levvâme mertebesine ehli tarîk Tavr-ı Nûhiyye, Hz.Nûh'un tavrı; Nefs-i Mülhimme'ye Tavr-ı Yahyâviyye, Hz.Yahyâ'nın tavrı; dördüncü mertebe olan Nefs-i Mutmainne'ye tekabül eden peygamber tavrına Tavr-ı drîsiyye, ondan sonrakine Tavr-ı seviye, daha sonrakine Tavr-ı Mûseviyye ve nihâyet Nefs-i Kâmile ve Nefs-i Sâfiyye'ye tekabül eden tavra da Tavr-ı brâhimiyye demektedirler.
Demek ki, nefse karı cihâd açmanın fazl-u füyûzâtı Cenâb-ı Peygamber'in bu hadîsine dayanmaktadır. Pekiyi; bir kere de sizin fehametinize müracaat etmek isterim. Eer nefse karı cihâd, cihâd-ı ekber ise (en büyük cihâd ise) bu cihâda kalkıan kimseye ne derler? Tabiî ki mücâhid ya da mücâhide derler. Mücâhid-i ekber, mücâhide-i ekbere derler. Peki ben size sorarım. Ben bakın hiç bir ey yapmıyorum. Sâdece ve sâdece Cenâb-ı Peygamber'in hadîsinden sonuç çıkarıyorum. Kur'ân'ın aklınızı kullanınız, ûlülelbab'tan olunuz emrine ittiba ederek, sâdece bu emrine ittiba ederek, kendimden bir ey katmaksızın size rücû ediyorum. Demek ki, nefse karı cihâd edenlere bu cihâdın cihâd-ı ekber olması hasebiyle mücâhid hatta mücâhid-i ekber, mücâhide-i ekbere denilmesi lâzım. Peki nefse karı cihâdda vefat eden kimse ne olur? ehid olur efendim, ehid! Bakınız, buradan tekrar hadîs-i kudsîye dönüyorum. Diyor ki Cenâb-ı Hakk: "Kulum bana nâfile ibâdetlerle yaklaır. Bu nâfile ibâdetlerle o kadar yaklaır ki, ben onun gören gözü, iiten kulaı, ileyen eli olurum." Pekiyi biz yâni ehli tarîk kimseler nasıl bir mücâhedeye balıyoruz nefsimize karı? Her bir nefs mertebesinde Cenâb-ı Hakk'ın esmâsından bir tanesini zikretmekle balıyoruz. Bütün tarîkatlarda çekilen zikirler ve bunların sıralanıı aynı deildir. Bunların hepsini ve aralarındaki farkları burada tafsîlen anlatmam da mümkün deildir. Bu itibarla, bir fikir vermi olmak için, Halvetiyye’nin bâzı kollarındaki uygulamayı takdim etmekle yetineceim.
Birinci nefs mertebesinde Lâ lâhe llâllah zikrinden balanır. kinci mertebede Yâ Allh lâfzı celâli çekilir. Üçüncü mertebeye gelinince Yâ Hû, dördüncüde Yâ Hakk, beincide Yâ Hayy, altıncıda Yâ Kayyum, yedincide Yâ Kahhar çekilir; ve Yâ Kahhar ile nefs de kahredilir ve nefs ortadan kalkınca yâni, "nefsin mâhiyeti rûha inkılâp edince" ortaya rûhun güzellii çıkar. Ve insân belirli bir kemâle erimi olur.(Ahmet Yüksel Özemre)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder