"Ey Nefs-i Mutmainne [huzura kavu mu Nefis]! Sen O'ndan râzî ve O da senden râzî olarak Rabb'ine rücû' et! Kullarıma katıl! Ve Cennet'ime gir!" (LXXXIX/27-29) Rabb'inin "itminân bulmu , râzî olmu ve rızâya kavu mu " diye vasıflandıra rak emir verdi i (ve bu emirle aslında hem bir yetki, hem bir müsaade ve hem de bir de eref bah etti i) bu Nefs'e Rabb: "sarâhaten Kendisi'ne izâfe etti i ve Kendisi ta rafından seçilmi olan kullarına" katılmasını emretmektedir. Bunlardan maksat Kul luk ve Rubûbiyet'e kar ı hakikî ili kilerini tanıyanlardır; yâni "kul" denilenin Rabb 'in, kulun evsâfının ekillendirip kayıtlandırdı ı, özel bir tecellîsinden ba ka bir eye delâlet etmedi ini [hakkıyla] bilenlerdir: Zâtî Hakîkat "Rabb", zâhirî görünüm ise "Kul"dur. Kul bir "Kul" eklinde tecellî etmi olan bir "Rabb"dır, ve âbid görünümü altında Kendi Kendi'ne ibâdet eden de O'dur. O'nun cennetine (fî cennetihî) girmek [CNN kökünün mânâsına uygun olarak] O'nun Zâtı'nda gizlenmi (ictinân) olmakdan ba ka bir ey de ildir. Oraya vâsıl olan hem mahlûkat ve hem de Esmâ'ü-l Hüsnâ perdelerini geçip a mı demektir. Artık onun için yalnızca hisler aracılı ıyla algılama düzeyinde bir realiteye [ e'niyete] sâ hip olan, vehme dayalı olarak yaratılmı olan taayyünler uçup gitmi lerdir. Bu algı lamalar olmasaydı yalnızca saf ve mutlak Vücûd [Varlık] olacaktı. Bu durumda ise be erin, artık All h tarafından "ku atılmı " olması hasebiyle, hüviyeti aynen de il hükmen kaybolur. Aksine, e er lâhî Hüviyet be er tarafından "ku atılır" ise bu Hüviyet hiç de i mez yüceli i içinde kalır ve ona hiçbir de i iklik tesir etmez. Bununla beraber [âyetteki] bu i'kaz ve bu ilâhî düzen, yalnızca, "Sahîh mâne vî deneyim ve kâmil ke f sâyesinde ilm-el-yakîn safhasını a ıp da hakk-el-yakîn saf hasına eri mi olan Nefs'e" hitâb etmektedir. Burada iki husûsa dikkat etmek gerekli dir. Öncelikle bu Nefs: 1) All h'ın bir fiili, lmi'ne ve Hikmeti'ne uygun bir bi çimde: ne uygunsa, nasıl uygunsa, ne ölçüde uygunsa, hangi ân için uygunsa, ve hangi münâsebetle ve hangi bakı açısından olursa olsun o fiilden daha kâmil ve daha hakîm bir fiil olmayacak ekilde icrâ eden hür bir Fâil oldu u husûsunda da, ve 2) kendisi e er lâhî Hikmet'e ve artların neleri gerektirmekte oldu unun bilgisine eri ebilmi olsaydı söz konusu fiilden bir ba kasını seçemeyece i husûsunda da yakîn [kesin bilgi, kanaat] sâhibi olmalıdır. Nefs bu yakîne sâhip olur olmaz All h'ın irâde sinden "razî" olmak mak mına da eri mi olur; böylece itminâna eri ir ve ilâhî hü kümlerin zuhuru onun de i mez sükûnetini de sarsmaz. kinci olarak bu Nefs'in, mânevî deneyim ve sezgisel ke fe dayalı olarak, Al l h'ın, istisnâsız bütün yarattıklarından südûr eden her eyin tek Fâil'i oldu u hakkın da da yakîn kesbetmi olması gereklidir. Mahlûkun belirli bir fiile nazaran sebep, art ya da engel rolü oynaması aslında All h'ın, Mutlaklı ından hiçbir ey kaybetmeksi 1 zin, O'nun Mutlaklık mertebesinden art, sebep ya da engel denilen bu ekle nüzûl etmesidir. O yaptı ını bu ekil aracılı ıyla icrâ etmektedir. O bu ekil olmaksızın icrâ etmeyi murâd etmi olsaydı pek lâ bundan vaz geçebilirdi ama O'nun Hür râdesi ve Hikmeti bu ekildedir. u hâlde fiilin yalnızca O'na, o tek ve eriksiz Zâta ait olması na ra men ilk bakı ta bu fiil bu ekle izâfe edilmektedir. te kendili inden hiçbir fiili olamıyaca ından ve dolayısıyla ondan râzî o lunmu olmasına ara verdirebilecek hiçbir ey de olmadı ından ötürü Rabb'i bu Nefs'den râzî olacaktır. All h'ın yarattıklarından râzî olması ve onlara rahmet etmesi Ezel'deki hâli te kil eder. O bu rızâsından ve rahmetinden ötürü onlara vücûd bah etmi tir ve onlar bu yaratılı ın sebebidirler. Aslında ve [kendine has] bir vücûdu ve de bir fiili bulunmadı ını idrâk eden biri Ezel'deki bu ilâhî rızâ ve rahmet hâline ye niden kavu mu demektir. All h, Lûtf u Kerem'iyle, bizleri ve ihvânımızı bu âyetin îkaz ve i âret etmek te olduklarından kılsın! Âmin! 180. Mevkıf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder