30 Temmuz 2025 Çarşamba

ŞEYTANIN SAPTIRMASI

 Hz.İsa peygamber bir daın başında dua ederken iblis yanına geldi ve "Her şeyin Allah7ın takdiriyle olduğunu idida eden sen misin? diye sordu.O da "Evet" dedi.Bunu nüzerine:" O zama nkenidini dağdan aşaı at , sonra da Allah'ın takdiri buymuş debakalım" dedi.Hz.İsa " Ey Mel'un şeytan! Allah kullarını imtihan eder, kullar O'nu deneyemez.Kula gereken şey tevekkül ve nimetlere şükürdür." dedi.

KIYAMET GÜNÜ ALTINA GİRİLECEK SANCAKLAR

 Kıyamet günü olduğunda Hz.Ebubekir (ra) ın sancağı dikilince bütün sıddıklar onun sancağı alhtında toplyanırlar.Hz.Ömer'in8 adalet sancağı dikilince , bütün adiller onun sancağı altında toplanırlar.Bütün Cömertler Hz.Osman7ın sancağı altında, bütün şehitler Hz.Ali efendimizin sancağı altında toplanırlar.Bütün fakihler Muaz b.Cebel'in sancağı altında, Bütün zahidler Ebu Zer'in sancağı altında ,Bütün fakirler Ebud Derda'nın sancağı altında, ,bütün Kur'an okuyucular Öbey b.Kab'ın sancağı altında,Bütün müezzinler Bilal Habeşi'nin sancağı altında, haksız yere öldürülen bütün maktuller Hz.Hüseyin'in sancağı altında toplanırlar.

BEŞ ŞEYE KARŞIYIK BEŞ ŞEY VARDIR

 Efendimiz SAV buyurmuştur:"Beş şeye karşılık beş şey vardır.,Bunlar: Faiz yenildiğinde yere batma ve deprem olur.İdareciler zulmettiğinde yağmur azalır.Zina yaygınlaştığında ölüm artar.Zekat verilmediğinde hayvanlar telef olur.ve zımnilerin haklarına tecavüz edildiğinde ise üstünlük onların eline geçer"

28 Temmuz 2025 Pazartesi

TEMİZLİĞİN FAYDALARI

 Şeyh Nisaburi, el-Letaif isimli eserinde temizliğin faydalarını şöyle sıralamaktadır:Kalbin temizliği, onun Allah'dan başkasından yüz çevirmesidir.Sırrın temizliği müşahededir. Gönlün temizliği, reca  ve kanaattır. Ruhun temizliği, haya ve heybettir. Karnın temizliği, helal yemek, haram ve şüpheli yiyeceklerden sakınmaktır. Bedenin temizliği, şehvetleri terk etmek ve pislikleri gidermektir.Ellerin temizliği, vera(haram ve şüpheli şeyleri terk etmek) ve çalışmaktır.Dilin temizliği , zikir ve istiğfardır.,

ALLAH'IN ÖĞRETTİKLERİNDEN ÖĞRETMEK

 "ALLAH'IN SİZE ÖĞRETTİĞİNDEN ÖĞRETİP,AVCI HALE GETİRDİĞİNİZHAYVANLAR"(Maide 4) ifadesinden biz insanlar yahut yaratılan tüm mahlukatta mevcut davranışların Allah tarafından öğretildiğini anlamaktayız.Bu bi rPeygamberin örnek  olarak davranması, kişiye ilham yahut veridiği akıl ile elde edilmiş olan ilimdir.Bu ayetten bir ilmi , bir hakikatı öğrenmek isteyen , mümkün olduğu nisbette onu ehlinden tahsil etmenin gayreti içinde olmalıdır.Konuya vukufiyeti tam olan ve meselenin inceliklerini bilen birine müracaat etmelidir.Eğer yakınında o ilmin mütehassısı yoksa  onu ehlinden tahsil için uzak idyarlara da gitmelidir."İlim Çin'de bile olsa onu arayınız" hadisi buna delildir.

27 Temmuz 2025 Pazar

SİYASİLERİ KARŞILAR İKEN KURBAN KESMEK

 İmam Maverdi şöyle demiştir:Buuhara alimleri sultan(devlet başkanına) yaklaşmak için onu karşılarken kesilen kurban kurbanın etinin haram olduğuna fetva vermişlerdir.Çünkü o, Allah'dan başkası adına kesilmiş olmaktadır.

PEYGAMBERLERİN GÜZEL HASLETLERİ

 Peygamberlerden her birinin kendisine mahsus bir güzel hasleti vardır.Hz.Nuh7un şükrü, Hz.İbrahim'in yumuşak huyu, Hz.Musa'nın ihlası, Hz.İsmail'in söze sadakatı, Hz.Yakub ve Hz.Eyuyb'un sabrı, Hz.Davud'un yakarışı, Hz.Süleyman7ın tevazuu.Hz.İsa'nın zühdü gibi.Allah Teala peygamberlerini övmüş "Sen de onların yoluna uy"(Enam 90) emri gereği Efendimiz SAV ahlaken insanların en olgun olanı ve amelleri en güzel olanı idi.

İNSANLAR

 Allah, insanların bazılarını "Said" , bazılarını "şaki" yaratmıştır.Ancak mühim olan işin sonudur.Bütün yaratılmışlar, Allah7ın mahluku olmaları hasebiyle güzeldirler.Hatta kafire de küfrüne rıza göstermemekle birlikte Allah7ın nazarıyla bakmakgerekir.Tevhid nazarıyla bakan, güzel bakmalı, Allah7ın yaratıklarından hiçbirini hor görmemeli, düşmanlık ve kinle uğraşmamalıdır.

Hz.ali efendimiz buyurmuştur:" Kalbi düşmanlıklarla meşgul olan kişinin, faydalı işler yapması mümkün değildir.Çünkü kalb, iki zıt meşguliyeti bir arada bulunduracak kadar geniş değildir.

GÜNAH NEDİR?

 Efendimiz SAV e iyilik ve günahın ne olduğu sorulunca şöyle cevap vermiştir:"İyilik, güzel ahlaktır.Günah ise senin içini daraltan ve insanların muttali olmasını istemediğin şeydir." 

BURHAN

 Allah Teala, ümmetlerine karşı davalarını ispat etmeleri için bütün peygamberlere deliller, mucizeler vermiştir..Haüzreti peygamberimizi bizzat zatına burhan kılmıştır.Diğer peygamberlerin mucizeleri kendi zatları dışındaki varlıklar üzerinde idi.Mesela Hz.Musa'nın burhanı asa idi.Onun asasını vurduğu taştan on iki pınar fışkırmıştı.(Bakara 60). Resulallah'ın bizzat kendisi bütün olarak apaçık bir burhan idi.Mesela Efendimizin gözlerinin burhan oluşu şu hadisi şerifle sabittir:" Namazda benden önce rüku ve secdeye varmayın.Ben sizi önümde iken nasıl görüyorsam , arkamdan da öyle görürüm.

Onun gözünün burhan olduğunun bir başka delili de:" (Muhammed'in) gözü ne kaydı, ne de sınırı aştı"(necm 17)

Burnunun burhan oluşunun delili:"Muhakkak ben rahmanın nefesini Yemen tarafından hissediyorum..

Dilinin burhan oluşunun delili:" (O heva ve arzusundan konuşmaz.O(nun okuduğu Kur'an) kendisine vahyedilenden başka bir şey değildir.(necm 3-4) 

Tükürüğünün burhan oluşu Cabir (r.a) 'ın şu rivayeti ile sabittir..O diyor ki Hendek günü bize şöyle bir emir buyurdu:"Ben yanınıza gelmeden dağarcıklarınızdaki unu hamur yapıp pişirmeyin ve çömleklerinizi de ateşten indirmeyin" Daha sonra geldive hamura tükürdüve bereketli olması için dua etti.Sonra dağarcığa tükürdü ve bereketli olması için dua etti.Allah'a yemin edereim ki , bin kişi yemek yedi , geriye de arttı.Onlar gittiklerinde çömleklerimiz hala kaynıyordu.Hamurumuz ise olduğu gibi ekmek yapmak için duruyordu.

Tükürüğünün burhan olmasının delili:Hayber günü Hz.Ali'nin gözü yaralanmıştıneredeyse onun ızdırabı ile helak olacaktı.Hz.Peygamber mübarek tükrüğü ile o yarayı sıvazladı.Allah'ın izniyle hemen iyileşti.

Elinin burhan oluşunun delili:"Attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı"(enfal 17) Yine onun mübarek elinde zuhur eden bir burhanda avucundaki çakıl taşlarının Allah'ı tesbih etmesidir.

Parmağının burhan oluşunun delili, mübarek parmağı ile aya işaret etmiş ve ay ikiye ayrılmıştır.Parmakları arasında su fışkırmış tün ordu o sudan içmiştir.

Göğsünün burhan oluşu, namaz kılarken kaynayan bir kazan gibi  fokurdamasıdır.

26 Temmuz 2025 Cumartesi

KADI'NIN ESTAĞFİRULLAH'I

 Hikaye edilir, bir gün şehrin kadısı Beyazid-i Bestami'ye geldi ve şöyle dedi:"Senin bildikhlerini biz de biliyoruz., fakat bize tesir etmiyor" Ebu Yezid şöyle cevap verdi:"Yanına bir miktar ceviz al.Ceviz torbasını boynuna as ve çarşıya çık.Sonra halk arasında "kim bana bir tokat atarsa ona bir ceviz vereceğim" diye bağır.Torbadaki cevizler bitinceye kadar dolaş,Bu söylediğmi tatbik edersen işte o vakit bildiklerinin tesirini kalbinde duyarsın.Bunun üzerin kadı "Estağfirullah" dedi.Eba Yezid şöyle dedi:"Şimdi günah işledin,Ben sana , seni nefsinin kibrinden kurtaracak şeyi söylüyorum, estağfirullan" diyorsun.

İbadetin en faziletlisi tevazudadır.

ŞEKERCİ BABA

 

ŞEKERCİ BABA

Hikaye edilir ki Şekerci baba denilen veli bir zat vardı.Bazı vakitler kendisine baygınlık gelir ve günlerce baygın kaldığı olurdu.Öyle ki;onu ölü zannederler de ağzını bağlarlar idi.Bu zat yine bir defgasında uzun bir baygınlık geçirdikten sonra uyandığında hanımını boşamak ve çocuklarını terketmek istedi.Bunun sebebini şöyle açıkladı:

“Melekut aleminde ruhlarla birlikte Hz.Peygamber’in (SAV) meclisinde bulunuyordum.Resulullah (a.s)”İlahınız tek bir ilahtır” (Bakara 1653) ayetin tefsir ediyordu.Kürside tevhidin mertebelerini anlatıyordu.Kürsi dört mertebeye uygun olarak nurdan dört ayak üzerinde bulunuyordu.Siyah nurdan olan tabiat mertebesini, kırmızı nurdan olan nefis mertebesini, yeşil nurdan olan ruhn mertebesini, beyaz nurdan olan ise sır mertebesidir.Arşda bana “Şekerci Baba’yı gönderin çocukları aağlaşıyor” denildi.Bu yüzden her şeyi terk etmek istiyorum”

Ailesi ve çocukları yalvardılar, bir daha böyle yapmayacaklarına dair yemin ettiler ve Şekerci baba onları terk etmekten vazgeçti..ona Şekerci denmesinin sebebi isteyen her kese şeker verdiği içindi.Hatta bir gün onu denemek için hamamda iken ondan şeker istediler.Şekerci baba ayağını hamamdaki mermere vurdu ve “Alın” dedi.Mermer hemen şekere dönüştü.bu hidaseden sonra ona inindılar ve şüpheleri zail oldu.

RUHUMUZUN CESETTEN ÇIKARTILMASI

 RUHUMUZUN CESEDİMİZDEN ÇIKARTILMASI

Ölü ciesimlere üflendiğinde hayat vremek ruhun özelliği olduğu gibi Allah7ın izniyle ölüleri diriltmek , körü ve alaca hastalığına yakalananları iyileştirmek de Hz.İsa’nın hususiyetidir.Allah7ın kelimesinden olan bu ruhani istidadinsanın yaratılışında mevcuttur.İnsan ondan yani emirden yaratılmıştır.Allah onu Hz.İsa’da izhar etmiştir.Madeninden bu cevherin çıkartılması için onu nözel bir çabası olmamıştır.Çünkü onun ruhu bizim ruhlarımız gibi babaların sulblerinden annelerinin rahimlerine nakil olunarak gelmemiştir.Onun cevheri bir babanın beşeriyetinde gizlenmeksizin kendi cisminin madeninde zahir olmuştur.Bizim ruhlarımız ise Hz.adem7e kadar ulaşan atalarımızın beşeriyetinde gizlenmiş , ondan ona nakil olunarak gelmiştir.Biz ruhani cevherimizi , cismani madenden çıkartmak için babalarımızdan ve analarımızdan gelen beşeri sıfatları temizlemeye muhtacız.Bu ise bu sanatın üstadı olan Resulullah’ın emir ve yasaklarına riayetle mümkün olur.Nitekim allah Teala “Rasul size neyi verirse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının”(Haşr 77) buyurmuştur.

Ruhaniyetinin cevherini, beşeriyetinin ve insanlığın madeninden temizleyen vaktin isası olur.Allah onun nefesiyle ölü kalpleri diriltir.Sağır kulakları ve gözleri açar.Böyle “kavmi içinde onun durumu ümmetinin içindeki peygamberin durumu gibi olur”.

Mesnevide şöyle denilmiştir:

“İsa beşikte yüzlerce ses çıkartır:Genç olmadan yaşlandık,ihtiyarladık.Pir/İhtiyar , akılca yaşlı olandır ey oğul! Saçın sakalın ağarmasıyla olunmaz pir.Bir Pir ele geçirdin mi, hemen teslim ol,Musa gibi Hızır7ın emrine gir de emin ol.Pirden başkasına el verme sakın.Pirin elini tutan Allah’tır.Her şeyi bilen ulu pire elini verdiğin zaman,Kurtuldun demektir her türlü korkudan.

 

 

AŞIRILIKTAN SAKINMAK

 AŞIRILIKTAN SAKINMAK

Dininizde aşırılığa düşmeyin hitabı, (Nisa 171) zahiren Hırıstiyanlık içinse , müminlerede hitap vardır.Din ve mezhepte aşırı gidip haddi aşmak hoş karşılanmayan bir durumdur.Ümmetin çoğu mezhepte bazı tarikatın müptedilerinde haddi aşma mevcuttur.Şia, Hz.Ali konusunda uluhiyet idda ederek haddi aşmıştır.Mutezile Allah7ı tenzih konusunda haddi aşmış sonunda sıfatları tamamen reddetmişlerdir.Müşebbihe ise, Allah7ın sıfatlarını ispat hususunda haddi aşmıştır.Sonunda O’nu cisimleştirmişlerdir.

Aşırılıklardan sakındırmak için Efendimiz SAV şöyle buyurmuştur:” Beni övmekte , hırıstiyanların Meryem oğlu İsa’yı överken yaptıkları gibi aşırı gitmeyiniz.Benim hakkımda “O, Allah7ın kulu ve Resulüdür” deyiniz..”Onlar Hz.İsa’yı övmekte ileri gittiler, sonunda delalete düştüler.ve “O, Allah7ın oğludur” dediler.

Namazdaki tahiyyatta olduğu gibi bu hadiste de “kul” kelimesinin “Rasul” den önce zikredilmesi , Yahudi ve hırıstiyanların iddialarını reddetmek içindir.Çünkü Yahudiler “Üzeyr Allah7ın oğludur”.Hırıstiyanlar  ise “Mesih Allah’ın oğludur” demişlenrdir.Biz ise “O(s.a.v), Allah’ın kulu ve Rasülü” dür diyoruz.)

Aşırı gitmek ve taassub ve körü körüne bağlanmak nefsin sıfatlarındandır.Çünhk nefgis , ancak kötülüğü emreder, batıla meyleder.

“Mesih” kelimesi sıddık ve faruk gibi güzel sıfatlardan olup aslı İbranice “Meşiha” olup “mübarek” anlamındadır.

 

23 Temmuz 2025 Çarşamba

DENMİŞTİR Kİ;

 Meşayih ittifak etmiştir ki , kendi nefsi isteklerine uyarak istediği şekilde hareket etmemek için yularını mesala bir köpeğe teslim etmiş olan kimse riyazatı kabul etmeye , kendi başına hayvanlar gibi istediği yere hareket eden kimseden daha elverişlidir.

İLİM,AKIL,HEVA,MALDÜNYA

 Efendimiz SAV sorulmuştur:"İlim nedir?" sorusuna "Amelin delil'i(rehberi)dir". "Akıl nedir?" diye soruldu cevaben:"Hayrın önderidir"dedi. "Heva nedir?" diye soruldu cevabı:"Günahların bineğidir"."Mal nedir?" diye soruldu."Mütekebbirlerin örtüsüdür" cevabını verdi."Dünya nedir?" diye sorulunca, "Ahiretin çarşısıdır"buyurdu.

BÜYÜK GÜNAHLAR

 Büyük günahlar dokuz tanedir.Bunların en büyüğü Allah'a ortak koşmaktır.Diğerleri şunlardır:

Bir mümini haksız yere öldürmek,

cepheden kaçmak,

İffetli bir kadına zina isnat etmek.

Sihir yapmak,

Faiz yemek.

Yetim malı yemek.

Müslüman olan anne babaya karşı gelmek.

Ölülerimizin ve dirilerimizin yöneldiği Kabe'ye hürmet etmemektir.

SALAT KELİMESİ

 Amellerin en faziletlisi beş vakit namazı vaktinde eda etmektir.Namaza "salat" denilmiştir."salat" kelimesi , ateş anlamındaki ESSALYÜ kökünden türemiştir. Araplar eğri olan bir ağacı doğrulltmak için ateşe tutarlardı.Kulda da nefsi emmare olduğu için eğrilik vardır.Kerim olan Allah7ın zatının heybeti ve celali sıcaktır.Öyle ki eğer hicabı kaldırılsa bu heybet ve celal ulaştığı herşeyi yakar.Nitekim hadiste de varid olduğu üzere mümin namaza başlayınca bu celale yönelir.Bu nedenle namaz kılan bir kimseye Rabbani azametin ve ilahi kudretin manevi harareti isabet eder.Böylece onda eğrilik kalmaz, bilakis miracı gerçekleşmiş olur.

Namaz kılan mümin ateşin karşısına konulmuş eğri odun gibidir.Nasıl ki ateşin karşısına konulan odunda eğrilik kalmaz, dosdoğru olursa işte namaz kılan mümin de öyle olur eğrilikten kurtulur.Artık o kimse cehennem ateşine maruz bırakılmaz.Ancak herkesin cehenneme uğrayacağına dair Allah7ın yemininin (Meryem 71) gerçekleşmesi için cehenneme uğratılması hariç.Bu kadar uğrama , onun kirlerinden (günahlarından) iz bırakmaz.Onun sırat üzerinde durmaya ihtiyacı kalmaz .Sıratı yıldırım gibi geçer

YASAKLARI ÇİĞNEMEK

 Yahudiler yaptıkları zulüm nedeniyle,bir çok kimseyi Allah yolunda çevirmeleri nedeniyle , men edildikleri halde faiz almaları ve haksız(yollarla) ile insanların mallarını yemeleri yüzünden kendilerine (daha önce) helal kılınmış  bulunan temiz ve iyi şeyler onlara haram kılınmıştır.Nisa suresinin 160-161 ayetinin hükmüdür.

Mesela daha önce helal iken ceza olarak yahudilere deve eti, sütü ve içyağı haram kılınmıştır.Ümmeti muhammed için ise "onlara temiz ve iyi şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar "(Araf 157) buyrulmuşutr.Ümmeti Muhammed7e günahlyarından dolayı haram kılınan şey yoktur

İşaret ehli der ki:" Yasakları çiğnemek , mübah olanların haram olmasını gerektirir".Mübah olan şeylerde israfa düşmek , münacattan mahrum olmayı gerektirir.Necmeddin Kübra hazretleri böyle demiştir.

22 Temmuz 2025 Salı

EFENDİMİZİN DİLİNDE HZ.İSA

 Efendimizin şöyle buyurduğu irvayet olunur:" İnsanların İsa'ya en yakın olanı benim.Çünkü, benimle onun arasında başka bir nebi gelmemiştir.O yakında sizin aranıza adil bir hakim olarak iner. Onu gördüğünüz zaman tanıyın ki o, orta boylu ve kırmızıyı andırır beyaz tenlidir.Islanmamış olsa da başından su damlar.O, domuzları öldürür, içkileri döker ve putları kırar.Kudüs'e gider ve kendi zamanında islam dışındaki bütün dinlerin hepsi ortadan kalkıp yalnız alemlerin rabbi olan Allah "a secde edilir olana kadar insanlarla islam olmaları için çarpışır.Allah onun zamanında yalancı deccali de helak eder.İsa (as) yeryüzüne indiği zaman yaşayan bütün ehli kitap ona iman edecektir..Onun zamanında emniyet olacaktır. Öyle ki develer aslanlarla, sığırlar kaplanlarla , koyunlar kurtlarla beraber otlayacak çocuklar yılanlarla oynayacaktır.Üstelik, bunlardan hiçbiri diğerlerine zarar vermeyecektir.O (Hz.İsa) dünyada kırk yıl kalacak , sonra ölecek, müslümanlar onun namazını kılacak ve defnedeceklerdir."

"Mesih mutlaka gelecektir.Kim ona yetişirse benim selamımı söylesin" 

BEŞ AĞIR İMTİHAN

 EFendimiz SAV buyurmuştur:" Ey Muhacirler topluluğu! Beş haslet vradır ki , size ulaşıpta onlarla imtihan olunmanızdan Allah'a sığınırım.

1. Toplumda fuhuş çoğalır ve alenen işlenirse orada veba, salgın hastalıklar ve musibetler önceden görülmemiş bir şekilde artar, çığ gi.i büyür.

2. Ölçü ve tartıyı eksik tutarlarsa onlar yıllarca süren bir yokluğa , rızk darlığına maruz kalırlar ve idarecileri onlara haksızlık ederler.

3. Eğer mallarının zekatını vermezlerse , orada kuraklık hüküm sürer.Hayvanlar olmasa yağmur bile yağmazdı.

4. Allah'a ve Resulü'ne verdikleri ahdi bozarlarsa Allah onlara kendilerinden olmayan bir düşmanı musallat eder de o düşman ellerindekinin bir kısmını alır.

5. Liderleri Allah'ın kitabı ile hükmetmez ve başkalarını Allah7ın indirdiklerine tercih ederlerse Allah onların cezalarını kendi içlerinde kılar.

21 Temmuz 2025 Pazartesi

MÜMİNİN ÜÇ KALESİ

 mÜMİNİN KALESİ ÜÇTÜR.mESCİD, ZİKRULLAH VE kUR'AN TİLAVETİ.eĞER MÜMİN BU ÜÇ ŞEYDEN BİRİ İLE MEŞGULSA KENDİSİNİ ŞEYTANLARDAN KORUYAN BİR KALE İÇİNDE BULUNUYOR DEMEKTİR.

HzAli kerremulylahı veche hazretleri demiştir:" İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki , İslamın sadece ismi, Kur'anın sadece resmi kalacak.Onlar, mescidlerini maddi olarak imar ederler.Halbuki Alla hTeala'nın zikri bakımından haraptır.O zamanın insanlarının en şerlisi alimlerdir, fitne onlardan çıkar  ve tekrar onlara döner"

MÜSLÜMAN GÖRÜNENLERDEN

 MÜSLÜMAN GÖRÜNEN NİCE İNSANLAR VARDIR Kİ ONLARLA GÜNLERCE  VE GECELERCE BERABER OLSAN ONLARDAN NE BİR TEHLİL, NE DE TESBİH İŞİTİRSİN.ANCAK FAYDASIZ DÜNYA KELAMI , BÜTÜN VAKİTLERİNİ DOLDURUR.ONDAN HİÇ USANMAZLAR

EBA YEZİD BİSTAMİ

 Şöyle demiştir:" Allah'ın öyle has kulları vardır ki eğer allah cennette onları kenidsini ruyetten mahrum bıraksaydı, o vakit onlar tıpkı cehennem eehlinin ateşten kurtulmak için yardım istedikleri  gibi yardım isterlerdi.

20 Temmuz 2025 Pazar

KALP/NEFİS

 Kalp fıtraten mümindir, nefis ise yaratılışta kafirdir.Aralarında yaratılıştan gelen bir düşmanlık asli bir savaş ve tamamen zıtlık vardır.Çünkü kalbin hayatı nefsin ölümüne , nefsin hayatı da kalbin ölümüne bağlyıdır.Kafirlerin nefisleri diri kalbleri ölü olduğu için Allah onları "ölüler" diye isimlendirmiştir.Hz.Ebubekir'in nefsi ölü ve kalbi diri olduğu için " Efendimiz SAV:" Kim yeryüzünde yürüyen bir ölü görmek isterse Sıddik'e baksın.

KEFFARETİ OLMAYAN BEŞ BÜYÜK GÜNAH

 Resulullah buyurmuştur:"Beş şey büyük günahlardandır, bunların kefareti yoktur:

1. Allah'a ortak koşmak.

2. Anne babaya asi olmak.

3. Savaştan kaçmak

4. Bir insanı kasten öldürmek

5. Yalan yere yemin etmek

Kasten adam öldürmede veli üç şeyle muhayyerdir:Kısas, diyet ve af.Hz.Musa'nın şeriatında kasten katilin cezası kısas, yani sadece öldürmekten iibaretti.Hz.İsa'nın dininde , yalnızca diyet veya af idi.İslam dinimizde ise yüreği soğutmak için kısıs, refaha ulaştırmak için diyet, ve cömertce davranmak için af vardır ki en üstünü de budur.

BİR MÜMİNİN ÖLDÜRÜLMESİ

 Bir hadis-i xerifde buyrulmuştur:" Allah katında  dünyanın yok olması , müslüman bir kimsenin öldürülmesinden daha önemsizdir."

Yine bir hadiste :" Doğuda bir adam öldürülür ve batıdakmi diğer bir adam da buna rıza gösterirse o da öldürülenin kanına ortak olmuş olur" buyrulmuştur.

Yine bir hadiste buyrulmuştur:" Kim bir müslümanın öldürülmesine yarım kelime ile bile olsa yardımcı olursa, kıyamet gününde iki gözünün arasındaki yere "Allah'ın rahmetinden ümidini kesmiş" yazılı olrak gelir."

Yine bir hadisde:"Bu insan Allah'ın binasıdır.Onun binasını yıkan mel'undur" 

Hz.Davud Mescid-i aksa binasının defalarca yapmaya girişti.ama tam bitirmişken her seferde tekrar yıkıldı.O da bu durumu AllahDa arz etti:Allah Teala ona:" Muhakkak ki bu evim , kan döken birinin eliyle yapıldığı için ayakta duramaz" diy vahyetti.Davud (a.s):" Ey rabbım ! bu kafirlerin öldürülmesi senin yolunda değilmiydi?" dedi Allah Teala:
"Evet, ama onlar da benim kullarım değilmiydi?" buyurunca Davud a.s:" Rabbim! bu binanın yapımını benden sonra gelecek zürriyetime nasib eyle " diye dua etti.Bunun üzerine Allah Teala oğlun Süleyman'a bu binayı yapmasını emret diye vahyetti.

Bu hikayeden mansad, inasın korunup gözetilmesidir.İnsan binasının ayakta tutulması, yıkılmasından daha evladır.Din düşmanlarına bile hayat hakkı tanımak için onlar hakkında Allah'ın cizye ve sulhü farz kıldığını görmezmisin?

18 Temmuz 2025 Cuma

İBNU HALDUN VE AKP

 

2002 yılının kasım ayında, Anadolu'nun tozlu yollarından İstanbul'un mermer koridorlarına uzanan bir yolculuk başladı. Bu sadece siyasal bir değişim değildi; bu, bir ruhun dönüşüm hikayesiydi. Veliyyüddin Abdurrahman İbn Haldun'un 650 yıl önce Kale-i Beni Selame'de kaleme aldığı satırlar, sanki bu hikayeyi anlatmak için yazılmış gibiydi.

 

İbn Haldun, devletlerin nasıl doğduğunu, nasıl büyüdüğünü ve nasıl öldüğünü anlatan bir bilim insanıydı. Ama o aynı zamanda, insan ruhunun iktidarla nasıl değiştiğini gören bir gözlemciydi de. Onun "asabiye" teorisi, sadece sosyolojik bir kavram değil; aynı zamanda toplumsal ruhlarda yaşanan derin dönüşümlerin anatomisidir.

 

Bu makale, o dönüşümün hikayesini anlatıyor. Ama bu sadece AKP'nin hikayesi değil; bu, iktidarın insan ruhunda yarattığı değişimin evrensel hikayesidir. Bu, unutmanın siyasetidir.

 Bölüm I: İçimizdeki Asabiye - Bir Kimliğin Anatomisi

Başlangıçtaki O Saf Öfke

2000'li yılların başında Türkiye'de yaşayan bir duygusal deprem vardı. Bu deprem, sadece siyasal değil, varoluşsal boyutlara sahipti. Milyonlarca insan, kendini "yok sayılan" hissediyordu. Bu sadece iktisadi dışlanma değildi; bu, varoluşsal bir inkar deneyimiydi. 

İbn Haldun bu durumu "asabiye" kavramıyla açıklar. Asabiye, sözlük anlamıyla "sinirlilik" demektir ama İbn Haldun'un elinde çok daha derin bir anlam kazanır. O, asabiyeyi "ortak acının yarattığı ortak güç" olarak tanımlar. Ve 2002'deki Türkiye'de, böyle bir asabiye vardı. 

Mağduriyetin Coğrafyası: 

Anadolu'nun her köşesinden gelen hikayeler aynıydı. Başörtülü genç kızlar üniversite kapılarında duruyordu. İmam Hatipli gençler geleceksizlikle karşı karşıyaydı. Dindar iş adamları "sistem" tarafından dışlanıyordu. Bu hikayeler, sadece bireysel acılar değildi; bunlar, kolektif bir travmanın parçalarıydı. 

Erdoğan, bu acıları yaşamış biriydi. Kasımpaşa'nın dar sokaklarında büyümüş, İmam Hatip'te okumuş, futbol oynarken hayal kurmuş, şiir okuduğu için hapse girmiş biriydi. O, bu asabiyenin sadece temsilcisi değil, aynı zamanda ürünüydü de. 

İbn Haldun'un Gözünden: 

"Güçlü asabiyeye sahip grup, zayıf asabiyeli gruba karşı mutlaka galip gelir" der İbn Haldun. 2002'de olan tam da buydu. Bir yanda güçlü mağduriyet bilinci, ortak acı ve kolektif umutla birleşmiş milyonlar vardı. Diğer yanda ise yorgun, bölünmüş, kendi aralarında kavga eden, halktan kopmuş bir elit vardı. 

Bu sadece sayısal bir üstünlük değildi. Bu, ruhtaki gücün maddi güce karşı zaferi idi. İbn Haldun'un deyimiyle, "bedevi" ruhun "hazeri" yaşama karşı isyanıydı. 

Üç Kaynaktan Beslenen Bir Nehir

İbn Haldun, asabiyenin üç kaynaktan beslendiğini söyler: kan bağı, din ve ortak çıkar. AKP'nin asabiyesi, bu üç kaynağı da içeren nadir bir örnekti.

 

Nesep Asabiyesi - "Anadolu'nun Çocukları": 

"Anadolu" kelimesi, coğrafi bir kavram olmaktan çıkıp kimliksel bir sığınak haline gelmişti. Bu sadece doğum yeri değildi; bu, bir yaşam tarzı, bir değerler sistemi, bir dünya görüşüydü.Anadolu'lu olmak, şehirli olmayanın göğsünü kabartması demekti. Taşralı olmak, artık aşağılık kaynağı değil, övünç kaynağıydı. İstanbul'un soğukluğuna karşı Konya'nın sıcaklığı, Ankara'nın mesafesine karşı Erzurum'un samimiyeti vardı. 

Bu nesep asabiyesi, sadece geçmişe değil geleceğe de yönelikti. "Bizim çocuklarımız da yaşasın", "Bizim de hakkımız var", "Artık bizim zamanımız" duyguları, sadece siyasal değil, nesiller arası bir adalet arayışıydı. 

Din Asabiyesi - Yaşanan İnanç:

 

İbn Haldun, "Din asabiyesi, nesep asabiyesinden daha güçlüdür" der. AKP'de bu teorinin en güzel örneğini görürüz. Din, burada sadece ibadet değil, aynı zamanda kimlik, yaşam tarzı ve dünya görüşüydü. 

28 Şubat süreci, bu dini asabiyeyi kristalleştiren travmatik deneyim olmuştu. Başörtülü kadınlar için bu, sadece örtü meselesi değildi; bu, varlık-yokluk meselesiydi. İmam Hatip öğrencileri için bu, sadece eğitim sorunu değildi; bu, gelecekten mahrum bırakılma acısıydı. 

Ve bu acı, sadece bireysel değildi. Bu, aileler boyunca yaşanan, nesiller boyu aktarılan, toplumsallaşmış bir acıydı. Anneler kızlarına başörtüsü konusunda yaşadıkları dramları anlatıyordu. Babalar oğullarına İmam Hatip'te yaşadıkları aşağılanmaları aktarıyordu. 

Vela Asabiyesi - Ortak Çıkarların Gücü: 

Üçüncü asabiye kaynağı, ortak çıkarlardı. Anadolu sermayesi, İstanbul finansının hegemonyasına karşı alternatif yaratma arzusundaydı. Küçük esnaf, büyük tekellerin ezici gücüne karşı nefes alma ihtiyacındaydı. 

Bu sadece ekonomik değildi. Bu, sosyal prestij, kültürel tanınma, siyasal temsil talebiydi. "Bizim de işadamlarımız olsun", "Bizim de medyamız olsun", "Bizim de üniversitelerimiz olsun" arzusu, sadece materyalist değil, aynı zamanda varoluşsal bir talepti. 

O İlk Zafer Anının Büyüsü

3 Kasım 2002 gecesi, Türkiye'de sadece siyasal değil, psikolojik bir devrim yaşandı. Bu sadece bir partinin zaferi değildi; bu, bir dünya görüşünün, bir yaşam tarzının, bir kimliğin zaferiydi.O gecenin sabahında kahvehanelerde ağlayan adamlar vardı. "Artık biz de varız" diyen nineler vardı. Başörtülü kızların gözlerindeki umut vardı. İmam Hatipli gençlerin yüzündeki gülümseme vardı.Bu zafer, sadece sayısal değildi. Bu, sembolikti. Bu, "mağlubun" "galibe" dönüştüğü andı. İbn Haldun'un deyimiyle, güçlü asabiyenin zayıf asabiyeyi yendiği andı.

 

Ama İbn Haldun aynı zamanda uyarır: "Zafer, asabiyeyi güçlendirir ama aynı zamanda değiştirmeye de başlar." 

Bölüm II: İktidarın Büyüleyici Sihri - Dönüşümün Başlangıcı

İlk Evre: Masumiyet ve Saflık Dönemi (2002-2007)

İbn Haldun'un birinci evresi "zafer ve kuruluş" evresidir. Bu evrede, asabiye henüz saftır, liderlik henüz mütevazıdır, hedefler henüz idealisttir. 

2002-2007 arası AKP, bu evrenin mükemmel örneğidir. Erdoğan, henüz "halkın arasından çıkmış biri" görünümündedir. Çay ocaklarında oturuyor, mahalle aralarında yürüyor, sokak köpeklerini seviyordu. Söylemi sade, davranışları samimiydi. 

O Günlerin Erdoğan'ı: 

Televizyon ekranlarında onu izleyenler, "bizden biri" hissediyordu. Çünkü gerçekten de öyleydi. Dili, taşranın dili idi. Sorunları, halkın sorunları idi. Vaatleri, mağdurların umutları idi. 

"Ben bir halkın adamıyım" derken, bu sadece slogan değildi. Bu, bir kimlik tanımlamasıydı. O dönemde Erdoğan, kendini halktan ayrı görmüyordu. Halkın acısını kendi acısı, halkın sevincini kendi sevinci olarak yaşıyordu.

 

Parti İçi Demokratik Ruh: 

O dönemde AKP'de gerçek bir kolektif liderlik vardı. Abdullah Gül'ün diplomasi bilgisi, Bülent Arınç'ın hukuk deneyimi, Ali Babacan'ın ekonomi uzmanlığı, hepsi bir araya gelerek güçlü bir kadro oluşturuyordu. 

Kararlar kolektif alınıyordu. Erdoğan, primus inter pares (eşitler arasında birinci) konumundaydı. Eleştiri kabul ediliyordu, farklı görüşler dinleniyordu, tartışma kültürü yaşıyordu. 

Halkla İlişki: 

En etkileyici yanı, liderlik-halk arasındaki mesafenin minimal olmasıydı. Erdoğan, Ankara'daki evinde yaşıyordu. Çocukları normal okullara gidiyordu. Eşi Emine Hanım, henüz bir "first lady" havası taşımıyordu. 

Mitingler, henüz gösteriş unsuru değil, halkla buluşma vesilesi idi. Insanlar, lideri görmek için değil, onunla sohbet etmek için geliyordu. Ve lider de gerçekten dinliyordu.

 

İkinci Evre: Güçlenme ve Merkezileşme (2007-2013)

İbn Haldun'un ikinci evresi "istiklal ve tekelleşme" evresidir. Bu evrede lider, iktidarı kendi kontrolüne alır, diğer aktörlerin etkisini azaltır. 

2007'deki 367 krizi, Erdoğan'ın liderliğinde bir dönüm noktası oldu. Bu kriz, ona "ben olmadan bu iş olmaz" duygusunu verdi. Ve bu duygu, zamanla "ben her şeyi daha iyi bilirim" duygusu haline dönüştü.

 

Liderliğin Kişiselleşme Süreci: 

Bu değişimi görmek, acı vericiydi. Çünkü bu değişim, idealizmin pragmatizme, kolektifliğin bireyselliğe, mütevazılığın kibire dönüşüm süreciydi. 

2007 öncesi Erdoğan "biz" dilini kullanıyordu: "Biz bu işi yapacağız", "Bizim projemiz şu". 2007 sonrası giderek "ben" diline geçti: "Ben söyledim", "Benim kararım şu", "Ben istemiyorum".

Bu sadece dilbilimsel bir değişim değildi. Bu, zihinsel ve duygusal bir dönüşümün işareti idi. Kolektif kimlik, yavaş yavaş bireysel kimliğe evriliyordu.

 

Ergenekon ve Balyoz: Paranoyya mı Gerçeklik mi? 

Bu dönemde yaşanan Ergenekon ve Balyoz davaları, asabiyeyi güçlendiren faktör oldu. "Biz haklıyız, onlar bizi yok etmek istiyor" psikolojisi yaygınlaştı. 

Bu davalar sırasında Erdoğan'ın söylemi sertleşti. "Bizim" karşısında "onlar" daha net şekilde tanımlandı. Muhalefet, artık sadece siyasal rakip değil, varoluşsal tehdit olarak algılanmaya başladı.

 

Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı: 

Gül'ün Cumhurbaşkanlığı'na seçilmesi, sembolik anlamda çok önemliydi. Bu, "bizim insanımızın" en üst makama çıkması demekti. Ama aynı zamanda, Erdoğan'ın party içindeki gücünün artması anlamına da geliyordu. 

Gül'ün Çankaya'ya çıkması, Erdoğan'ın tek güçlü muhatabi kalmaması demekti. Ve Erdoğan bu durumdan rahatsız olmaya başladı. Çünkü artık iktidarın tadını almıştı ve paylaşmak istemiyordu. 

Üçüncü Evre: Lüks ve Gösteriş Dönemi (2013-2018)

İbn Haldun'un üçüncü evresi "ferah ve lüks" evresidir. Bu evrede refah artar, gösteriş başlar, asabiye zayıflamaya başlar. 

2013, AKP için kritik bir yıldı. Gezi olayları, asabiyenin doğasını köklü biçimde değiştirdi. Artık "kucaklayıcı" söylem yerine "ayrıştırıcı" söylem benimsenmeye başladı.

 

Gezi: Masumiyet Kaybının Anı 

Gezi olayları sırasında Erdoğan'ın tavrı, onu tanıyanları şok etti. O güne kadar "halkın yanında" olan Erdoğan, ilk kez halkın bir kısmına karşı sert tavır aldı. 

"Çapulcu" söylemi, sadece protestoculara değil, daha geniş bir kesime yönelikti. Bu söylem, "bizim halkımız" ile "onların halkı" ayrımını keskinleştirdi. 

Bu andan itibaren Erdoğan, "tüm halkın lideri" olmaktan çıkıp "kendi tabanının lideri" olmaya doğru evrilmeye başladı. Bu, asabiyenin evrensel bir güç olmaktan çıkıp partisan bir güç haline dönüştüğü andı.

 

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi: Kibrin Mimarisi 

2014'te Cumhurbaşkanı olan Erdoğan'ın yaptırdığı Külliye, İbn Haldun'un tarif ettiği "gösteriş merakı"nın mükemmel örneğidir. 

1150 oda, 250 milyon dolarlık maliyet, Versay Sarayı'ndan daha büyük alan... Bu sadece mimari değil, aynı zamanda psikolojik bir tercihti. Bu, "artık ben farklıyım" mesajıydı. 

O mütevazı Ankara evinden bu görkemli saraya geçiş, sadece fiziksel değil, zihinsel bir yolculuktu. İbn Haldun'un deyimiyle, bu "bedevi" karakterden "hazeri" karaktere geçişin somut göstergesi idi.

 

Aile Faktörünün Öne Çıkması: 

Bu dönemde Erdoğan ailesi, Türkiye'nin en görünür ailesi haline geldi. Eşi Emine Erdoğan, artık sadece "eş" değil, aktif siyasal aktör olmuştu. Çocukları Bilal, Esra, Sümeyye, kamu alanında görünür olmaya başladı. 

En çarpıcısı, Berat Albayrak'ın hızlı yükselişi oldu. Erdoğan'ın damadı olarak, önce iş dünyasında sonra siyasette merkezi roller almaya başladı.

 

Bu, İbn Haldun'un uyardığı "nepotizm" eğiliminin başlangıcıydı. Güven problemi nedeniyle aile üyelerine güvenme, zamanla liyakat ilkesini zedelemeye başladı.

 

Dördüncü Evre: Taklit ve Nostalji (2018-sonrası)

İbn Haldun'un dördüncü evresi "kanaat ve taklit" evresidir. Bu evrede yaratıcılık kaybolmuş, yenilik yapma kapasitesi azalmıştır.

 

Cumhurbaşkanlığı Sistemi: Son Hamle 

2017 referandumu ve 2018'de başlayan Cumhurbaşkanlığı sistemi, İbn Haldun'un bu evresinin belirtilerini taşıyordu. Bu sistem, yeni bir vizyon değil, eski güçlü dönemlerin taklit edilme çabası idi. 

"Güçlü lider" obsesyonu, Putin modelini, Xi Jinping modelini taklit etme çabası olarak görülebilir. Bu, özgün çözümler geliştirememe, başkalarının başarılarını kopyalama eğiliminin göstergesi idi.

 

Osmanlı Nostaljisinin Siyasallaşması: 

Bu dönemde Osmanlı referansları sıklaştı. Fetih Suresi okuması, Ayasofya'nın ibadete açılması, Osmanlı mimarisi vurgusu... Bunlar, geçmişin başarılarını taklit etme, o ruhu yeniden yaratma çabası olarak yorumlanabilir.Ama bu nostaljik yaklaşım, geleceğe dönük vizyon eksikliğinin de işareti idi. İbn Haldun'un uyardığı gibi, geçmişe takılıp kalma, yaratıcılığın kaybının göstergesi idi.

 

2019 Mahalli Seçimler: İlk Büyük Sarsıntı 

İstanbul ve Ankara'nın kaybedilmesi, asabiyedeki çatlakların gözle görülür hale geldiği an oldu. Özellikle İstanbul seçiminin iptali ve yenilenmesi, sonra yine kaybedilmesi, liderlik otoritesinde ciddi sarsıntı yarattı. 

Bu yenilgi, sadece sayısal değildi. Bu, asabiyenin gücünün azaldığının, toplumsal desteğin erozyona uğradığının işareti idi.

 

Bölüm III: Unutmanın Trajedisi - Asabiyenin Çürüme Süreci

Nesil Değişimi: Yaşayanlar, Duyanlar, Bilenler

İbn Haldun'un en acı tespiti, "üç nesil kanunu"dur:

 

Birinci Nesil: Mücadeleyi yaşar, asabiyeyi kurar

İkinci Nesil: Asabiyeyi miras alır ama yaşamaz

Üçüncü Nesil: Asabiyeyi sadece duyar, yaşatamaz

 

AKP'de Birinci Nesil: 

Erdoğan, Gül, Arınç, Şener... Bu insanlar, mücadeleyi yaşamışlardı. 12 Eylül'ü, 28 Şubat'ı, hapis deneyimlerini, dışlanmayı... Onlar için asabiye, yaşanmış gerçeklik idi. 

Bu nesil için "dava", sadece siyasal proje değil, yaşam amacı idi. Onlar, bu dava için fedakarlık yapmışlar, bedel ödemişlerdi. Bu nedenle asabiye, onlarda güçlü ve samimi idi.

 

İkinci Nesil: Miras Alanlar: 

Berat Albayrak, Bilal Erdoğan, Sümeyye Erdoğan... Bu nesil, mücadeleyi yaşamamış, asabiyeyi miras olarak almıştı. Onlar için bu, "aile mirası" idi. 

Bu neslin sorunu, asabiyeyi yaşamamış olması idi. Onlar, iktidarın getirdiği imkanlarla büyümüşler, zorluklarını yaşamamışlardı. Bu nedenle asabiye, onlarda daha zayıf ve araçsal idi.

 

Üçüncü Nesil: Sadece Duyanlar: 

2000 sonrası doğan kuşak, AKP'yi iktidarda görmüş nesil. Bu nesil için AKP, "doğal" iktidar idi. Mücadele hikayeleri, onlar için "efsane" niteliğinde idi. 

Bu neslin en büyük sorunu, alternatifini bilmemesi idi. Onlar, sadece tek tip siyaset gördükleri için, eleştirel düşünce kapasiteleri kısıtlı kaldı. 

Refah ve Rahatlığın Ruhu Nasıl Değiştirdiği

İbn Haldun, "refah ve rahatlık, asabiyeyi zayıflatır" der. Bu, AKP deneyiminde acı bir şekilde yaşandı. 

Yaşam Standardı Değişimi: 

2002'de Erdoğan, Ankara'da orta sınıf bir evde yaşıyordu. Çocukları devlet okuluna gidiyordu. Ailece mütevazı bir yaşam sürüyorlardı. 

2014'te Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ne taşındığında, yaşam standardı radikal biçimde değişti. Özel jet, lüks arabalar, görkemli törenler... Bu sadece protokol gereği değil, aynı zamanda zihniyet değişiminin göstergesi idi. 

Çocuklarda Değişim: 

En acı nokta, çocukların değişimi oldu. Erdoğan'ın çocukları, yurt dışında eğitim aldı, elit çevrelerde yetişti, farklı bir dünyaya ait hale geldi. 

Bu çocuklar artık, babalarının yaşadığı mağduriyeti anlayamıyordu. Onlar için başörtüsü sorunu, "geçmişte yaşanmış bir hikaye" idi. İmam Hatip dramı, "anlattılan bir efsane" idi. 

Sosyal Çevrenin Değişimi: 

İlk dönemde Erdoğan'ın sosyal çevresi, mahalle arkadaşları, eski futbol arkadaşları, parti kurucuları idi. Zamanla bu çevre değişti. 

Artık iş adamları, büyükelçiler, devlet başkanları çevresinde idi. Eski dostları, "protokol" nedeniyle uzak kaldı. Bu değişim, perspektifini de değiştirdi. 

Kurumsal Yapının Asabiyeyi Nasıl Öldürdüğü

İktidarın kurumsal yapıları, asabiyeyi değiştiren güçlü faktörlerdir. 

Hiyerarşinin Yaratılması: 

İlk dönemde AKP, yatay örgütlenmeye sahipti. Herkes herkesle konuşabilir, fikrini söyleyebilirdi. Zamanla bu yapı, dikey hiyerarşiye dönüştü. 

Protokol kuralları, makam arabaları, özel güvenlik, resmi törenler... Bunlar, liderle halk arasındaki mesafeyi artırdı. İbn Haldun'un deyimiyle, "hazeri" yaşam tarzı benimsenmeye başladı.

 

Bürokrasinin Etkisi: 

İktidar, bürokrasi yaratır. Ve bürokrasi, spontaneliği öldürür. İlk dönemde Erdoğan, sokağa çıkıp insanlarla sohbet edebilirdi. Zamanla bu, güvenlik protokolü nedeniyle imkansız hale geldi.Bu sadece fiziksel bir sınırlama değildi. Bu, zihinsel bir değişimin de başlangıcı idi. Halkla doğrudan temas kuramama, perspektifi değiştirdi.

 

Danışman Kültürünün Gelişmesi: 

İlk dönemde Erdoğan, kendi deneyimleriyle karar veriyordu. Zamanla etrafında danışmanlar toplandı. Bu danışmanlar, gerçekliği "filtreleyerek" aktarmaya başladı. 

Bu filtreleme süreci, liderin gerçekle temasını zayıflattı. Artık halkın gerçek nabzını tutamaz hale geldi. Bu, yanlış kararların alınmasına neden oldu.

 

Bölüm IV: Ekonominin Dili, İnsanın Ruhu

İbn Haldun'un İktisat Felsefesi ve Modern Türkiye

İbn Haldun, sadece sosyolog değil, aynı zamanda ekonomisttir. Onun iktisadi teorileri, Adam Smith'ten 400 yıl önce formüle edilmiş olmasına rağmen, şaşırtıcı derecede moderndir. 

"İnsan Emeği Olmaksızın Servet Elde Edilemez" 

Bu ilke, AKP'nin ilk döneminde uygulandı. 2002-2008 arası dönemde, gerçek üretimi artırıcı, istihdam yaratıcı yatırımlar yapıldı. Ekonomi, emeğe dayalı büyüdü. 

Ama 2008 sonrasında bu değişti. Büyük projeler, prestij yapıları, gösterişli yatırımlar ön plana çıktı. Ekonomi, emekten ziyade sermayeye dayalı hale gelmeye başladı. 

"Hükümdar Ticaret Yaparsa Tüccarları Batırır" 

İbn Haldun'un bu uyarısı, zamanla gerçekleşmeye başladı. Devletin ekonomideki rolü arttıkça, özel sektörün alanı daralıacak başladı. 

Özellikle büyük altyapı projelerinde devletin doğrudan aktör olması, özel sektörün girişimcilik kapasitesini zayıflattı. Piyasa mekanizmaları yerine siyasal kararlar öne çıkmaya başladı.

 

Kayırmacılık Ekonomisinin Doğuşu

İbn Haldun, iktidarın zamanla "kendine yakın olanları kayırma" eğilimine gireceğini öngörür. Bu, Türkiye'de acı bir şekilde yaşandı.

 

İhale Sistemi ve Yakınlık İlişkileri: 

İlk dönemde kamu ihaleleri, şeffaf ve rekabetçi kurallara göre yapılıyordu. Zamanla bu sistem, "güvenilir" firmalara kayırmacı bir hal aldı. 

Büyük projelerin önemli kısmı, belirli firmalar arasında paylaşılmaya başladı. Bu firmalar, sadece teknik yeterlilik değil, siyasal güvenilirlik kriteriyle seçilmeye başladı.

 

Aile Şirketlerinin Yükselişi: 

En çarpıcı örnek, Berat Albayrak'ın Çalık Holding'deki deneyimi oldu. Erdoğan'ın damadı olarak, hem iş dünyasında hem siyasette hızla yükseldi. 

Bu durum, liyakat ilkesini zedeledi. Artık "neyi bildiğin" değil, "kimi tanıdığın" önemli hale gelmeye başladı.

 

Medya ve Kayırmacılık: 

Medya sektöründeki değişim, en dramatik örneklerden biri oldu. İktidarla uyumlu medya organları kayırılırken, eleştirel medya ekonomik baskılarla karşılaştı. 

Bu durum, medya pluralizmini zedeledi. Aynı zamanda bilgi edinme hakkını da sınırladı.

 

Enflasyon ve Toplumsal Adalet

İbn Haldun, "adil olmayan vergi politikaları toplumsal adaletsizlik yaratır" der. Bu uyarı, son yıllarda acı bir şekilde yaşandı. 

Dolaylı Vergilerin Artışı: 

AKP döneminde dolaylı vergilerin payı sürekli arttı. KDV, ÖTV gibi vergiler, tüm gelir gruplarından aynı oranda alındığı için, düşük gelir grupları daha fazla etkilendi. 

Bu durum, gelir dağılımını olumsuz etkiledi. "Adalet ve kalkınma" sloganıyla başlayan süreç, zamanla adaletsizlik yaratan bir hal aldı.

 

Enflasyonun Sosyal Etkisi:

 

Son yıllarda yaşanan enflasyon artışı, özellikle düşük gelir gruplarını vurdu. Temel gıda fiyatlarındaki artış, "sosyal devlet" ilkesiyle çelişkili bir durum yarattı. 

İbn Haldun'un uyardığı gibi, "halkın refah seviyesi düştüğünde asabiye zayıflar". Bu durum, AKP'nin toplumsal desteğinde erozyona neden oldu.

 

Bölüm V: Toplumsal Ruhun Değişimi - Sosyal Psikolojinin Trajedisi

Taklitçilik Kültürünün Yayılması

İbn Haldun'un "Halk, hükümdarın dini üzere olur" ilkesi, sosyal öğrenme teorisinin 650 yıl önceki versiyonudur. AKP döneminde bu durum çarpıcı şekilde yaşandı. 

Liderlik Tarzının Topluma Yansıması: 

İlk dönemde Erdoğan'ın mütevazı tarzı, topluma da yansıdı. İnsanlar, basit yaşamı değerli buldu, gösterişten uzak durdular. 

Zamanla liderlik tarzı sertleştikçe, toplumda da sertlik arttı. Hoşgörü azaldı, polarizasyon arttı. "Bizim gibi düşünmeyen yanlıştır" mantığı yaygınlaştı.

 

Söylem Tarzının Değişimi: 

İlk dönemde kullanılan "kucaklayıcı" dil, zamanla "ayrıştırıcı" dile dönüştü. "Hepimiz bu ülkenin çocuklarıyız" yerine "Biz ve onlar" ayrımı geldi. 

Bu değişim, toplumsal diyalog kültürünü zedeledi. İnsanlar, farklı düşünenleri dinlemek yerine, onları susturmayı tercih etmeye başladı.

 

Grup Psikolojisinin Yıkıcı Gücü

İbn Haldun, grup psikolojisinin bireysel aklı nasıl etkisizleştirdiğini analiz eder. Bu durum, AKP tabanında da yaşandı. 

Eleştirel Düşüncenin Azalması: 

İlk dönemde AKP tabanı, liderlik kararlarını sorgulayabiliyordu. Zamanla bu kapasite azaldı. "Lider bilir", "Biz anlamayız" düşüncesi yaygınlaştı. 

Bu durum, demokrasi kültürünü zedeledi. Çünkü demokrasi, eleştirel düşünce gerektirir.

 

İçgrup-Dışgrup Ayrımının Keskinleşmesi: 

Zamanla "bizden olan" ve "bizden olmayan" ayrımı keskinleşti. "Bizden olmayanlar", otomatik olarak "düşman" kategorisine konulmaya başladı. 

Bu yaklaşım, toplumsal birlikteliği zedeledi. Aynı ülkede yaşayan insanlar, birbirini "yabancı" görmeye başladı. 

Konformizm Kültürünün Gelişmesi: 

Parti içinde ve tabanında "evet efendim" kültürü yaygınlaştı. Farklı düşünce belirtmek, "sadakatsizlik" olarak algılanmaya başladı. 

Bu durum, yaratıcılığı öldürdü. Yeni fikirler üretilmez, eski başarılar tekrarlanmaya çalışılır hale geldi.

 

Bölüm VI: Uluslararası Yalnızlık - Dış Dünyanın Kaybolması

"Değerli Yalnızlık" mı, Gerçek İzolasyon mu?

İbn Haldun, devletlerin "aşırı genişleme" eğilimine girdiğinde kapasitelerini zorladığını ve zamanla güçlerini kaybettiğini söyler. 

İlk Dönem: "Dünyayla Entegrasyon" 

2002-2009 arası dönemde Türkiye, dünya ile entegrasyon politikası izledi. AB üyeliği süreci, NATO ittifakı, uluslararası kuruluşlarla işbirliği öne çıktı. 

Bu dönemde Türkiye, "model ülke" olarak görülüyordu. Demokratikleşme deneyimi, ekonomik başarısı, bölgesel istikrar için önemli rol oynadığı kabul ediliyordu. 

İkinci Dönem: "Bölgesel Güç" İddiası 

2009 sonrası dönemde Türkiye'nin dış politika vizyonu değişti. "Bölgesel güç" olma hedefi öne çıktı. Bu, daha iddialı bir dış politika demekti. 

Arap Baharı sürecinde aktif rol alma, Suriye'ye müdahale, Libya'daki varlık, Doğu Akdeniz'deki duruş... Bunlar, artan iddia seviyesinin göstergeleriydi. 

Üçüncü Dönem: "Kuşatılmışlık" Sendromu

 

2016 sonrası dönemde, özellikle 15 Temmuz sonrasında, "kuşatılmışlık" sendromu gelişti. Türkiye, kendini "tüm dünyaya karşı" mücadele eden ülke olarak tanımlamaya başladı. 

"Biz kendi değerlerimizle ayakta duracağız", "Değerli yalnızlığımız var" söylemleri, izolasyonu meşrulaştırma çabası olarak görülebilir.

 

Batı İttifakından Uzaklaşma

AB Süreci: Rüyadan Kabuya 

İlk dönemde AB üyeliği, AKP'nin temel hedeflerinden biriydi. Bu hedef, hem toplumsal modernleşme hem de uluslararası meşruiyet sağlıyordu.Zamanla bu süreç tıkandı. Bunun nedenlerini sadece AB'de aramak doğru değil. Türkiye'nin iç dinamiklerindeki değişim de bu süreci olumsuz etkiledi.

 İnsan hakları, basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı konularındaki gerileme, AB ilişkilerini zedeledi. Bu durum, "dış kaynaklı sorun" olarak algılandı ama aslında iç dinamiklerin sonucu idi.

 

NATO İttifakında Gerilim 

Türkiye'nin Rusya'dan S-400 sistemleri alması, NATO ittifakında ciddi gerilime neden oldu. Bu, sadece teknik değil, aynı zamanda stratejik tercih meselesi idi. 

Bu karar, "bağımsız dış politika" olarak sunuldu ama uzun vadeli sonuçları ağır oldu. F-35 programından çıkarılma, teknoloji transferi yasakları gibi bedeller ödendi.

 

Yeni İttifak Arayışları

Rusya ile Yakınlaşma 

Batıyla ilişkiler bozuldukça, Rusya ile yakınlaşma arttı. Enerji işbirliği, Suriye'de koordinasyon, ekonomik ilişkiler gelişti.

 

Ama bu yakınlaşmanın sınırları var. Çünkü Rusya ile Türkiye'nin çıkarları her konuda örtüşmüyor. Ukrayna krizi, bu sınırları gösterdi.

 

Çin Faktörü 

Son yıllarda Çin ile ilişkiler de gelişti. Kuşak ve Yol projesi, teknoloji işbirliği, ekonomik ortaklıklar... Bunlar, çok kutuplu dünya görüşünün yansıması. 

Ama Çin modeli, Türkiye'nin demokratik gelenekleriyle uyumlu değil. Bu durum, uzun vadede sorunlar yaratabilir.

 

Bölüm VII: Gelecek Senaryoları - İbn Haldun'un Öngörüleri

Beşinci Evre Riski: "İsraf ve Çürüme"

İbn Haldun'un beşinci evresi "israf ve çürüme" evresidir. Bu evrede devlet tamamen çürümüştür, adalet kaybolmuştur, halk devletten soğumuştur.Türkiye Bu Evreye Girdi mi? 

Henüz tam olarak girmedi ama işaretler var:Ekonomik krizin derinleşmesi,Toplumsal kutuplaşmanın artması,Kurumsal güvenin azalması,Gençlerin gelecek kaygısı, 

Beyin göçünün hızlanması,Bu Evreye Geçişi Engelleyecek Faktörler: 

Türkiye'nin güçlü kurumsal temelleri,Dinamik toplumsal yapısı, 

Genç ve eğitimli nüfusu,Güçlü sivil toplum geleneği,Demokrasi kültürünün köklü olması

 

Döngüyü Kırma İmkanı: İbn Haldun'un Ötesine Geçmek

İbn Haldun'un teorisi deterministik değildir. Modern dünya, bu döngüyü kırma imkanına sahiptir.

 

Kurumsal Güçlendirme: 

Güçlü demokratik kurumlar, asabiye döngüsünü yavaşlatabilir: 

Anayasal güvenceler,Yargı bağımsızlığı,Medya plüralizmi,Sivil toplum özgürlüğü

 

Toplumsal Bilinç: 

Eğitimli toplum, döngünün farkında olabilir:

 

Eleştirel düşünce eğitimi,Medya okuryazarlığı,Tarih bilinci,Demokratik değerler eğitimi

 

Siyasal Kültür: 

Olgun siyasal kültür, döngüyü engelleyebilir: 

Hesap verebilirlik/Şeffaflık/Participasyon/Tolerans 

Umudun Temelleri

İbn Haldun'un teorisine rağmen, umut var. Çünkü: 

İnsan İradesi: İnsanlar, bilinçli tercihlerle tarihi değiştirebilir. 

Kurumsal Mekanizmalar: Modern demokratik kurumlar, döngüyü kontrol altında tutabilir.

Toplumsal Öğrenme: Toplumlar, deneyimlerinden ders çıkarabilir. 

Teknolojik İmkanlar: Modern iletişim teknolojileri, bilgilenmeyi artırır. 

Küresel Entegrasyon: Uluslararası normlar, iç dinamikleri etkiler.

 

Sonuç: Aynada Gördüğümüz İnsan

İbn Haldun'un hikayesi, sadece AKP'nin hikayesi değildir. Bu, iktidarın insan ruhunda yarattığı değişimin evrensel hikayesidir. Bu, hepimizin hikayesidir. 

Çünkü hepimiz, küçük ölçekte de olsa, iktidar deneyimi yaşarız. Ailede, işyerinde, sosyal çevrede... Ve hepimiz, iktidarın büyüleyici etkisini hissederiz. 

İbn Haldun'un en önemli uyarısı şudur: "İktidar, en iyi niyetli insanları bile değiştirebilir." Bu uyarıyı ciddiye almalıyız. 

AKP'nin hikayesi, "onların" hikayesi değil, "bizim" hikayemizdir. Çünkü o hikayede, hepimizin potansiyel geleceği var. 

Erdoğan, 2002'de kötü biri değildi. O, samimi, idealist, mağdur bir insandı. Ama iktidar onu değiştirdi. Ve bu değişim, hepimiz için mümkündür.

 

Bu nedenle, bu hikayeyi "ders alarak" okumalıyız. Bu hikaye, "onları" yargılamak için değil, "kendimizi" korumak için yazılmıştır. 

İbn Haldun, 650 yıl önce şunu söylemişti: "İnsanlar tarihten ders almazlar, bu yüzden tarih tekerrür eder." 

Acaba biz ders alabilecek miyiz? 

Bu sorunun cevabı, Türkiye'nin geleceğini belirleyecek. Ve bu cevabı verecek olan, hepimiziz.

 

Son Söz: Tarih, insanlara ibret için anlatılır. İbret almak, insanlığın en yüce özelliklerinden biridir. İbn Haldun'un hikmeti, bugün de geçerli: "Akıllı insan, başkasının deneyiminden ders alır." 

Bu deneyimi, ders almak için kullanalım. Çünkü unutmak kolay, hatırlamak zor. Ve tarih, unutanları affetmez.