CHP 7’nci Genel Başkanı Kemal
Kılıçdaroğlu, devleti adaletle yönetmenin önemine vurgu yapıyor. Kamu Özel
Sektör İşbirliği Modeli’yle yürütülen projeleri işaret ederek “KÖİ modeli, bu
haliyle Türkiye’de kamu kaynaklarının belli kesimlere aktarılmasında bir araç
haline gelmiştir” uyarısında bulunuyor.
Sevgili dostlarım; devlet adaletle yönetilmezse, ahlaksızlık kurumsallaşır.
İnsanlık tarihi bir anlamda, toplumun oluşturduğu ahlaki temeller üzerinde adaleti arama tarihidir. Bunun içindir ki adaleti sağlamanın güvencesi olarak hukuk normları oluşturulmuştur. Bu bağlamda sürekli gelişen demokrasi anlayışı, ahlaki değerleri büyütür ve oluşan hukuk normlarıyla kökleşir.
Devleti yönetmek için iktidar olanların
ahlaktan ve adaletten sapmamaları için başta Anayasa olmak üzere –imzalanan
uluslararası sözleşmeler de dahil -oluşturulan hukuk normları hiyerarşisine
uymak zorundadırlar. Bu zorunluluk sadece yazılı bir metin olarak ifade
edilmemiştir. Ülkeyi yönetecek kişinin ayrıca Anayasaya uyacağına halkın önünde
“namusu ve şerefi üzerine” yemin etmesi de gerekmektedir. Bu yemini etmeden
kişinin göreve başlaması mümkün değildir.
DEVLETİN AMAÇ VE GÖREVİ…
İktidar sahipleri yönetecekleri devletin
temel amaç ve görevlerini bilmek ve gereğini de yapmak zorundadırlar. Bu
bağlamda isterseniz önce Anayasamıza bakalım. Anayasanın 5. maddesi devletin
temel amaç ve görevlerini tanımlar. Anayasaya göre; kişilerin ve toplumun
refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayan, siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak,
insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmak devletin temel amaç ve görevi olarak tanımlanmıştır. Demek ki neymiş?
İktidar sahipleri alacakları her kararda toplumsal çıkarı gözetecek, adalet
ilkeleriyle bağdaşmayan hiçbir kararın altına imza atmayacak ve ayrıca
kendilerinden önce adalete aykırı uygulamalar varsa, bu uygulamaları da
kaldıracaklardır.
DEVLETİ SOYULACAK ORGANA DÖNÜŞTÜRMEK…
Biliyorum, bazı okurlarımız ara başlığı
okuyup diyecekler ki, “devletin anayasal kurumları var. Yasama, yargı ve
yürütmeyi esas alan güçler ayrılığı ilkesi var. Yine Anayasada “hiçbir kişiye,
aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz” hükmü var. Kamu harcamalarını
TBMM adına denetleyen Sayıştay var. Buna benzer pek çok yasal düzenlemeler var,
dolayısıyla devleti soyulacak organa hiç kimse dönüştüremez…” Üzülerek ifade edeyim
ki bugün Ak (!) Parti iktidarı, 22 yıllık yönetiminde Türkiye’yi soyulacak bir
organa dönüştürmüştür.
Bu soygunun en acımasızı “kur korumalı
mevduat” uygulamasıydı. Tam bir “ekonomik soykırım” uygulaması… Bir önceki
yazımda bu konuyu işlemeye çalışmıştım. (Ahlaksızlığın Kurumsallaştırılması –
5, Cumhuriyet - 03 Temmuz 2024) Bu yazımızın konusu ise bir başka soygun alanı…
Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) Projeleri ve bu projelere dayanılarak soyulan devlet…
KAÇ KÖİ PROJESİ VAR?
Türkiye’de Kamu Özel İşbirliği (KÖİ)
projeleri uygulaması kapsamında 2003 sonrasında toplam 198 proje hayata
geçirilmek üzere imzalanmıştır. 1986’dan 2002’ye kadar imzalanan projelerle ise
toplam sayı 270’i bulmaktadır.
Model farklılığına göre KÖİ
sözleşmelerinin dağılımı ise şöyledir:
1. Yap-İşlet-Devret (YİD; 127 adet),
2. İşletme Hakkı Devri (İHD, 120 adet),
3. Yap-Kirala-Devret (YKD, 18 adet) ve
4. Yap-İşlet (Yİ, 5 adet) adı altında
farklı modeller kullanılarak uygulamaya konmuştur.
Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe
Başkanlığı (CSBB) KÖİ sözleşmelerinin tutarını kullanılan modele göre farklı
şekillerde kayıt altına almaktadır. İHD modelinde “işletme hakkı devir bedeli”
dikkate alınırken; YİD, YKD, Yİ gibi modellerde ise “toplam yatırım tutarı”
dikkate alınmaktadır. Bu çerçevede İHD, YİD, YKD ve Yİ gibi farklı KÖİ
modellerinin toplam sözleşme büyüklüğü 205 milyar doları bulmuştur. Evet, 205
milyar dolarlık bir büyüklükten söz ediyoruz… Zaman içinde artan farklı KÖİ
modellerinden de anlaşılacağı üzere Saray iktidarı soygun düzeni için firmasına
göre model geliştirmeye özen göstermiştir.
NİÇİN KÖİ YATIRIMI?
Devleti soyulacak organa dönüştürmek
istiyorsanız, yapacağınız işin denetim dışında kalmasını sağlayacaksınız. Saray
iktidarı da bunu yapıyor. İşi Saray’dan alanlar kamu denetiminin dışında, hesap
vermeksizin dilediklerince devlete fatura kesebiliyorlar… Ben bunlara “5’li
çeteler” diyordum… 5’li çetelerin KÖİ yatırımlarını tercih etmelerinin temel
nedenleri şunlardır.
1. KÖİ projeleri 4734 sayılı Kamu İhale
Kanunu kapsamında yapılmamaktadır. Daha doğrusu KÖİ’de bizim anladığımız
anlamda bir ihale yoktur. Belirleyici tek organ BOP Eşbaşkanlığı yapan Saray,
yani Erdoğan’dır.
2. Şirketlerin görevlendirilmesiyle,
yetkili komisyonların seçimi, çalışma usul ve esasları ile değerlendirme kriterleri
konusunda bir düzenleme bulunmamaktadır. Gerek de duyulmamıştır. Çünkü 5’li
çetenin talepleri ve bu taleplere dayanak gerekçeler 5’li çete tarafından
hazırlanmaktadır.
3. Bu projelerde görevlendirmelerin
neredeyse tamamı aynı şirketlere dönüşümlü olarak verilmektedir. Yani kimin,
kimden sonra hangi işi alacağı bilinmektedir. Dolayısıyla bu işin aktörleri
arasında asla bir rekabet söz konusu değildir.
4. İmzalanan sözleşmeler ise ticari sır
gerekçesiyle kamuoyu ile paylaşılmamaktadır. Çünkü devletin nasıl soyulduğunu
kimse bilmemelidir. Soyguncuların hep maskeli olduğunu hepimiz biliriz.
5. Sözleşmelerde sıklıkla ve ihaleyi
fesada uğratacak şekilde değişikliklere gidilmektedir. Bu değişiklikler de
şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşılmamaktadır. Doğrudur. Çünkü hiç kimse
“ben devleti şöyle soyacağım” diye açıklama yapamaz.
6. Bu projeler kapsamında kamu ve özel
sektör arasında dengeli bir risk paylaşımı yapılmamaktadır. Görevlendirmeler
“kârlar özel, zarar kamusal” mantığıyla gerçekleştirilmektedir. Bu zaten
soygunun ana mantığı… KÖİ Projesi alıp da zarar eden bir şirket var mı? Biz
boşuna mı 5’li çeteler diyoruz. Dolayısıyla kamunun üstlendiği riskler kurum ve
proje bazında önemli farklılıklar göstermektedir. Bu da soygunun doğası
gereğidir.
7. Finansman şartları, Hazine gibi bu
alanda teknik yeterliliği olan bir kurum tarafından değil, projeyi uygulayan
kurumlarca belirlenmektedir. Bu da soygun anlayışının bir gereğidir. Çünkü
Hazinedeki liyakatli bürokratlar – yurtseverler, bu soyguna asla izin
vermezler.
8. Ancak Hazine’nin görüşüne
başvurulmayan projelerin “kredi garantileri” ise yine Hazine’nin omuzuna
yüklenmektedir. Nitekim mevcut veriler çerçevesinde (2022 sonu itibariyle),
Hazine’nin bu projeler nedeniyle “borç üstlenim taahhüdü” 14 milyar dolar
civarındadır. Düşünün, yabancılar da bu soygunu biliyor, ancak kredilerin geri
ödenmesinde soygunculara güvenmiyorlar. Yabancılara güvenceyi de soyulan
devletin hazinesi veriyor.
9. Daha acı olanı ise önemli tutarlara
ulaşan bu harcama kalemleri bütçenin ve dolayısıyla TBMM denetiminin dışında
tutulmuştur. Bugünkü Parlamentonun ne denli işlevsizleştirildiğini anlatacak
bundan daha güzel bir örnek bulamazsınız. Ak(!) Parti ve MHP Milletvekilleri
gelecekte çocuklarının yüzüne nasıl bakacaklar? TBMM’ye bu yapılanları acaba
nasıl açıklayacaklar?
PEKİ, ERDOĞAN NE DİYORDU?
25 Mart 2016 - “Devletin kasasından,
kesesinden 1 kuruş çıkmadan yapılmış olan projedir. Bizim cebimizden para
çıkmıyor. Bizim cebimizden 1 kuruş çıkmıyor.”
18 Mart 2018 - “Bunu bildiğiniz gibi
yap-işlet-devret anlayışıyla yapıyoruz. Burada cebimizden para çıkmayacak.”
21 Şubat 2018 – “Çıkmış diyor ki ‘nerede
bunun kaynağı’ diyor. Ya kaynağı ne yapacaksın ya? Cebimizden bir kuruş
çıkmadan biz bu yatırımı yaptırıyoruz.” (11. Kalkınma Planı Tanıtım
Toplantısında yapılan açıklama)
5 Kasım 2021 - “Bizim cebimizden 1 kuruş
çıkmaz. Ben ekonomistim. Bay Kemal’in kafası bu işlere basmaz. Anlamaz bu
işlerden”
Kuşkusuz BOP Eşbaşkanı Erdoğan doğru bir
şey söylüyor. “Bay Kemal bu işlerden anlamaz.” Çünkü Bay Kemal ahlak sahibidir.
Devleti soyma kültürüne asla sahip değildir…
KUZU KURDA TESLİM
BOP Eşbaşkanı bir ara “devleti şirket
gibi yönetmeyi başarırsak netice alırız” demişti. Meğerse bunu derken devleti
beşli çetelerin şirketleri adına yönetmeyi kast ediyormuş. Devleti yöneten
AK(!) Parti kadrolarıyla bu şirketler arasındaki “duygusal” bağları artık
Mısır’daki sağır sultan bile duydu. İşte en son eski Ulaştırma Bakanı’nın
durumu. Bu zat Karayolları Genel Müdürlüğü ve Danıştay üyeliğinin ardından
emekli olup Kuzey Marmara Otoyolu Projesini yürüten şirkete CEO yapılıyor.
Ardından sarayın görevlendirmesiyle CEO’luktan Ulaştırma Bakanlığına atanıyor.
Bakanlığı zarfında daha önce CEO’su olduğu Otoyolu Projesini işleten şirket
lehine sözleşme tadillerine gidiyor. Yetmiyor bu şirketin milyarlarca dolar
kredi borcu için Hazine’yi kefil yapıyor. Yani önceden CEO’su olduğu şirket
lehine kamuyu milyarlarca dolar ilave yükün altına sokuyor. Bakanlıktan
alındıktan sonra ise bu şirkete milyonluk maaşla yeniden CEO olarak geri
dönüyor. Kuzunun kurda teslim edildiği böylesine yoz bir düzen dünyanın hiçbir
yerinde olamaz. Ama bu yozlaşmış saray rejiminde olabiliyor.
SONUÇ
Esasen bir yatırım tedarik yöntemi olan
KÖİ modeli, ne yazık ki bu haliyle Türkiye’de kamu kaynaklarının belli
kesimlere aktarılmasında bir araç haline gelmiştir. Nitekim bütçeye tek kuruş
yükü olmayacak denen bu projelere 2016’dan bu yana (2024 Mayıs itibariyle),
başta karayolu ve sağlık sektörlerinde verilen garantileri karşılamak üzere,
bütçeden yapılan ödemeler 15,8 milyar doları bulmuştur.
Kütahya Zafer Havalimanı gibi
kullanılmayan havalimanlarının garanti yükleri ise bu rakamlara dahil değildir.
Kullanılmayan havalimanlarında, 2016-2023 döneminde, garanti altı yolcu
gerçekleşmeleri nedeniyle DHMİ kasasından çıkan kamu kaynağı ise 1,1 milyar
doları bulmaktadır.
Mevcut KÖİ projeleri nedeniyle
önümüzdeki yıllarda da kamu mali dengelerine ciddi yükler bineceği
anlaşılmaktadır. Nitekim TEPAV tarafından yapılan gelir garantilerine ilişkin
projeksiyonlar, bu projeler nedeniyle 2024-2045 döneminde kamunun sırtına
binecek kümülatif yükün 130 milyar doları aşacağını göstermektedir.1
İşte ben tüm bu yaşananlara
“ahlaksızlığın kurumsallaşması” diyorum. Bu ahlaksızlığa sebep olanların kim
olduğu ise bellidir. Ahmet Arif’in deyişiyle:
Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar;
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder