Memleket Hasreti
Nice âlim evliya yetiştiren bu şehrin
Cezb eden her varında bir heykel gibi durdum
Durduğum her bir durak gözüme geldi zerrin
Zergerân gevher sunar ben kelimât kondurdum
Cami-i kebîr ile başladım muhabbete
Azm-i Millî’de nagâh efsunlu gibi durdum
Duydum ki başlamıştı Cemâleddîn sohbete
Zinciriyye’de bir dem Fenârî’yle oturdum
Ordan çıkınca vardım yanındaki hamama
Suyu ısıtmak için külhânî gibi durdum
Odun atmadım diye inanmayın zemmama
Gönül ateşi ile kaynatıp da coşturdum
Sonra çıktım dışarı nehr-i kebire doğru
Debbağlar köprüsünde bir debbağ gibi durdum
Biteyazan suyunda tabaklayıp ruhumu
Nehri gerisin geri gözyaşımla doldurdum
Vilâyet konağını, Orta köprüyü geçip
Başköprü’de Şeyh Hasan Rızâyî gibi durdum
Tîrpazar mescidini, medresesini seçip
Hamamının önünde zamanımı dondurdum
Dondurdum çünkü korkum var benim ol mahalde
Âh Eğri Minare’de püştîban gibi durdum
Bir avaz bir niyazla direndim ben de hem de
“Ya Hayy!” dedim zamanı zaman içre ondurdum
Karışmıştı zamanım birdi yarın, bugün, dün
Hallac’ın makâmında hercümerç gibi durdum
Mıhlacıyla yayının arasındayken yün yün
“Ene’l-hak” diye diye sırrımı konuşturdum
Ordan çıkınca vardım Hakîkî hankâhına
Onu mutaf belleyen şuarâ gibi durdum
Bir lehle ile girdim azizin bargâhına
Bezlesini söyleyip diz kırıp edep durdum
Bayrâm-ı Hakîkî’ye meylettim temcidinde
Tahtnişinin yanında hâknişin gibi durdum
Türlü hediye verdi mübarek mescidinde
Hamd olsun letâifi şol heybeme koydurdum
Heybemin nakışları bir çulha elindendir
Çulhanın tezgâhında ben ki suf gibi durdum
Çulhanın ismi nedir acep ol kimlerdendir
Derken can ü gönlüme Fergânî’yi duyurdum
Sonra çıktım oradan şehirde yer tükenmez
Çipkilik’e meylettim rindâne gibi durdum
Çevirdi yoldan beni aldı Emîr Terlemez
Bezminde Ekmeleddîn Baba ile oturdum
Ordan döndüm geriye Mescid-i Leylâ için
Ol binanın yanında Buhârî gibi durdum
Başçeşme akıyordu, ünledim; için, için
Feriştah mescidinde su için şükre durdum
Bayram Baba yanından selam verdim geçmişe
Ol cennetten vadide bir nokta gibi durdum
Bedr Muhtâr dua etti elinden su içmişe
Karnımı zemzem ile kana kana doyurdum
Geride Hasan dağı kucak açmış bakıyor
Kapıldım cezbesine pervane gibi durdum
Beride Kızıl tepe ciğerimi yakıyor
Bağrında erenlerle halvette zikre durdum
Biri Hırkalı Sultan, biri Cavlâkî Baba
On binlerce ervâhın indinde gibi durdum
Biri Kuddûsi oğlu, biri de Hamza Baba
Ve Hamîd-i Velî’yle Hızırlık’ta oturdum
Ordan çıktım tepeye Kılıçarslan tahtına
Seyrettim Aksaray’ı ol Sultân gibi durdum
Sultan’ın gözleriyle baktım şehrin bahtına
Sonra methiyesini ulemâya sordurdum
Ol an beliriverdi Kazvînî ve Şirâzî
Huzurlarında hemen saraydâr gibi durdum
İsfahân, Nîşâbur ve Gence’ye denk arazi
Diyen ol burhânlara yekta bir sofra kurdum
Sofrada Molla Cami, Şeyhî ve Has Halvetî
Belirdi birden bire Meftûnî gibi durdum
Onlar ise Bağdat’a eş tuttular bu beyti
“Burc-ı evliyâ” denen şehri hürmete durdum
Nakış nakış işlendim renk renk boyandım ben de
İlmek ilmek dokunan halılar gibi durdum
Kandil lambası gibi yandım seyir yerinde
Ruhları bu zamakta manzûmumla doyurdum
Solumda Hasan dağı, sağım cennet vadisi
Aksaray’ım karşımda kucaklar gibi durdum
Sırtımı yasladığım Aksaray’ın bânisi
Tapusunda edeple el-pençe divan durdum
Saymakla tükenmiyor bu şehrin nûr paresi
Piri Mehmed, Pir Ali, Zenbilli gibi durdum
Said’i ve Yûnus’u, Şücâ’sı, Hüdâyî’si
Yedi, yirmi dört, yetmiş binleri konuşturdum
Azîzî adım adım gezdin cennet şehrini
Yûsuf’unu bekleyen ol Yâkup gibi durdun
Bir hayal bile olsa giderdin özlemini
Memleket hasretini bak âleme duyurdun.
Ahmet Kuşsan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder