evvelsi akşam NEYZEN TEVFİK in HİÇ adlı tek kişilik oyununu uğur yücel den izlemek için tiyatroya gittik..çok büyük beklentilerim vardı çünkü evvel zamanımın dostu ve cenazesini yıkayıp kıldırdığı -MEHMET AKİFİ ÇOK SEVDİĞİ İÇİN AYRICA SEVDİĞİ BİR DOSTUYDU.. evvel zamanım onun en ağır hallerine şahitlik edip üstünü başını ve odasını temizlemiş ve onunla o hali için ,onunla birlikte ağlamıştı .. neyzen de onu ney üflediği özel mekanlara ve özel dostlarına taktim ederek, onlarla haşır neşir olmasını sağlamıştı..belki neyzen evvel zamanımın irşad yetkilerinden biri olan melamilikte de üstadı mürşidi idi bilemiyorum ..işte dostun dostu bizimde dostumuz olmalı yasası ile benim neyzen tiyatrosundan olağanüstü beklentilerim vardı ve gerçektende bilet pahalı idi..hem de tek kişilik ve dekor masrafı olmayan bir tek sahne ve tek perde için..neyzen sefalet içinde öldü ama namı ve kabiliyeti ile hala birilerine para bastırtmaya devam ediyordu....bu tür insanların vazifeleri belkide kendil cesur hayatlarından tonla ekmek yiyecek "" yaşamaya korkak sayısız insana "" kefaret kurbanı olmayı kabul edip- seçilmiş olmaları gibi bir durumlarıda var ...
ve ne ilginç ki oyun gerçekten de NEYZEN VE MEHMET AKİF İN DOSTLUĞU İLE BAŞLADI..mehmet akif neyzen e tam 3 lisan öğretmiş ve onu istanbul kalbur üstü sanat kültür cemiyetine sokmuş..ama sonra küsmüşler ...nasıl ki akifi mısır a sürüp selsefil perişan ölmesine sebeb etmişlerse, neyzen de bir dönem bir kaç sene mısır da öyle sürgün perperişan yaşayıp ülkeye yeniden dönmüş.. aynı dönemin belli yönün tanrısı gibi olan mevlevi meşrebinden olan nazım hikmette da aynı şeyleri yaşamış biliyorsunuz ...ülkede yetkin ruhlu kabiliyetli ve türkleri peşinden sürükleyebilecek tek bir türk müslümanı adamı bırakmamış ,hepsini bir şekilde imha etmişler o vakitler değil mi?... tabii o zamanlar mısır da bizim topraklarımız zaten ..ve umumen halkın çoğu çok fazla lisan ve her din ve öğretiden geçerek çok kültürlü bir hayatı gayet sıradan bilip yaşıyoruz... yani o zamanlar bugünkü gibi sen şucusun ben bunlardanım vs diye ötekileştirilip ayrıştırılmadığımız ve bugünkü nifak tohumları ile kaba saba görgüsüz ve cahillerle dolu ehliyetsiz kısır hale getirilmeden evvel ki adamlarlayız..bugün tüü kaka diye öğretilen zamanların o acaip kalıcı ve etkili devir teslim ve dönüşüm zamanı nöbetçi adamlarından bahsediyoruz ....
o zamanın bu kalıcı eser nitelikli tarihi insan kimlikleri çok enteresan aslında..bu pek çok lisan ve pek çok değişik meslekte yetiştirilmiş adamlar hem sefaletin dibini, hemde sarayların saltanatlarını ve çok büyük aşkları ve çok büyük fikir meclislerini yaşamışlar..belki büyüklükleri ve kalıcı etkileride sabit refah bir hayatı sürdürmeyi seçmeyip, hayatın eğri büğrü ve en sarp yokuşları ile en derin uçurumlarından geçtikleri için elde etmişler..ki hak ettikleri ölümsüzlük şerbetini kendileri hayatları ile kazanmışlar..
tiyatro oyunu HİÇ büyük bir hayal kırıklığı idi..uğur yücel e eskiden hayrandım ve onu çok uzun yıllar sonra ilk defa neyzende izledim ve NEYZEN ve HİÇ LİĞİN RUHUNU YAKALAYAMAYIŞINI VE NEYZENİN ELBİSESİNİ GİYEMEYİŞİNİ BEĞENMEDİM..belki neyzen de onu sevmedi ve onu giymeyi red etti gibi geldi... neyzen demek rakı ve afyon ve meczubiyet ve bakırköy ruh ve sinir hastalıkları ve gel gitler alemi demek mi sadece ?..tasavvufçular için neyzen özel bir değer ve önemli bir meczubanı hak aşığı.. ..ama uğur yücelin belki batıni tasavvufi terbiyesi ve eğitimi ve bilgisi yoktur bilmiyorum ama neyzenin batıni anlamı hakkında bilenlerden destek almadan onu o kadar soğuk ve yapay oynaması ve"" fahiş bilete neyzeni çok ucuza satmasını "" oyun başlığı olan HİÇ liğine HİÇ YAKIŞTIRAMADIM ...
ülkemizdeki sol cenahın böyle rakı ve atatürk takıntısını sahnede neyzenle demlenmesini her zaman başvurdukları onların trajikomik gelimemiş ergen bir travması olarak algıladım ..çok enteresan bir atatürk sevgileri var .. onun ilkelerini ve ingiliz düşmanlığını nedense yok sayıyor ve parayı bulunca çocuk okutma vs bahanesi ile tüm malları birlikte harıl harıl londraya krala biatle kaçıyorlar..bu insanlar neden içiyorladı veya kendilerinde neyi örtüyorlardı ve etraflarındaki sahte riyakar yalakalıkları veya kabul etmek zorunda kaldıkları şeyi sindiremeyip bunu örtmek için neden rakıyı kullanıyorlardı diye tefekkürhanelerinin neden kapalı olduğunu sormuyor çünkü belki bende biliyorumdur..
bu kesim hırsız var derken kendilerinin hırsızlıklarını ve para ve mallarını yurt dışına kaçırmalarını ve ülkeye vergi vermemek için her naneyi devrimci kimliği ile yaparken utanmamalarını çünkü ülke dinci ve sağcı olunca onların hükümeti olmadığından her yaptıkları suçu doğal hakları olarak görüyorlar..
az evvel senede bir veya iki defa beni evvel zamanım ve haybabamı tanıdığı için onlardan yadigarım diye arayan hukukçu bir iş adamı ile görüştüm ..o da bana evvel zamanımın neyzen tevfiki hangi göz ve kalple nasıl anlayıp anlattığını anlatınca bende bu uğur yücelin neyzeni asla neyzenin derin alemlerini göremeyişini neyzen adına yazmak istedim..demek ki iyi bir tiyatrocu olmak ve rakı içmeyi çok sevmek ve sarhoşluğu bilmek neyzeni anlamaya yetmiyor ....!!!! neyzende bilinmeyen çok fazla meziyet daha var ve onları sahneye taşımaya sanat ve roller yetmiyor...
telefondaki bey ülkeye bağış olarak 45 adet okul yaptırıp devlete vermiş ve hemde en lüx şekilde..ama bir gün birine ziyarete gittiğinde o granit yaptığı okul tuvaletlerini rezalet seviyesinde pislik halinde görünce müdürün yakasına yapışıp bu ne rezalet diye sormuş.. ülkedeki en büyük eksikliğimizin eğitimsizlik ve kalitesizlik ve herkesin en kolayından para ve rant elde etmek istemesi olduğuna şahit olduğunu anlattı..ve bu konuda tek çalışan islami cemaat okullarını ayırmadan hepsine artık yardım ettiğini söyledi..
bende ona kendi hayalim olan ahilik yüksek meslek okulları ile ergitmeyi anlattım.. türklerin islamı ancak ahilik meslek locaları yani meslek ahlakı ve mesleklerini koruma hukuk sistemleri üzerinden öğretilerek mükemmel öğrenip yaşadıklarını ve mesleklerine sahip çıkmak içinde yasalarını koruduklarını ve bu sistemin mason locaları ile. batıyı da ihya edişini bizim yeniden bu sistem okullara dönerek ergitilerek yüksek kaliteli olacağımıza inandığımı söyledim ve oda beni destekledi ve yeni rehberime bunu anlatmamı ve bu tarz okulları açmak için çalışmasını söyledi rehberimin bize inancının kalmadığını ve gönülsüz bir rehber olduğunu söylediğimde ,bunu kabul edemeyeceğini ve bunun için hepimizin çalışması gerektiğini söyledi..umarım rehberim bunu okur ve asli vazifesini anlar...
yanii biz türkler yeniden başladığımız gibi etik değerleri olan ve hak hukuk ile üretip tüketeceğimiz AHİLİK YÜKSEK MESLEK ERGİTME OKUL HANKAHLARIMIZA DÖNERSEK KENDİMİZİ YENİDEN SEVİP -YENİDEN ÖZGÜRLEŞEREK üzerimizdeki hakim ve sahip olan israiliyat aile şirketlerinin tahakkümlerini ve akademialardaki tiranlıklarını yerle bir edebiliriz ve türk kimliğimizi ve okul eğitim müfredatlarımızı kurar ve ancak o zaman ortaya yeniden kendimizi bir eser olarak çıkartabiliriz..önce türklerin kendi vatan ve topraklarına yeniden sahip olduklarınına ve kendi okul hayatlarında türklerin kendi sistemleri olduğunu bilmeleri ve kendi doğaları ile anladıkları bir anlatma biçimi olduğunu idrak etmeleri gerekiyor ki YENİİDEN DİRİLİŞ OLSUN değil mi?...
ve bu sohbeti yaptığım dostumuza vesile olduğu işbu yazımı yolladım ve teşekkür ettim..oda bize şunu yazmış..sizde okumak isterseniz buyrun alıntılıyorum :
nur cihan
***
Estağfirullah Nurcihan Abla. Rica ederim. Ne yaptık ki.. Eğer genç nesillerimizin daha iyi yetişebilmesi için eğitimin de kültürün de sanatın da “ bizcesini “ yapabilme yolunda, milletimizin geleceğinin inşasında, zihinlerde bir ışık yakılabilmesi için “ aksiyona “
sebep olabilirsem çok bahtiyar olurum…
Zira genç nesillere, eğitimle ilimle kültürle ve sanatla; Yüce Allah’ı ( cc ) ve Fahr-i Kainat Efendimiz’i ( sav ) anlatmak kadar önemli bir iş yoktur bu hayatta benim için..
Genç nesillere, insanlık kültür ve medeniyet tarihine müspet pozitif ve dominant katkı yapmış, necip Türk milletinin torunları olarak, geçmişte Selçuklu ve Osmanlı atalarının yaptığı gibi eğitimde “ Türk Modeli “ ile kalp ve kafa birlikteliğini sağlayarak, yeniden “ Dirilişimizi “
sağlayabileceğimizi, milli “ özgüvenimizi “ tekrar kazanabileceğimizi ve bu üç asırlık esaretten ancak ve ancak “ EĞİMTİMLE “
kurtularak, cennetmekan ecdadımız gibi “ özgürce “
millet olarak yolumuza devam edebileceğimizi öğretebiliriz..
Bu “ azim irade cesaret çalışmak adanmışlık fedakarlık samimiyet ve ihlastan “ başkaca hiç bir şey gerektirmiyor.. Selam ve muhabbetlerimle efendim…
***
Asıl meselemiz, söyleyemediklerimiz, yazamadıklarımız, haykıramadıklarımızdır...
Bu ülkede, Türk milletinin tarihine, kültürüne, medeniyetine, inanç sistemine, dinine ve ahlak nizamına düşman olan bu soysuz sopsuz güruha herşey serbesttir, hatta Türk milletine, sürekli ve sistemli kötülük yapmayı kendilerine doğal bir hak olarak gören patolojik hastalıklı şizofrenik bu güruhun, bu ülkeye verdiği zararların haddi hesabı yoktur, her alanda maddi - manevi sömürdükleri, sürekli ekmeğini yedikleri, bu toprakların asli sahibi Türk milletine ve vatanına sürekli ihanet etmeyi sistemli bir yaşam biçimi haline getirmişler. Ve ilginçtir işledikleri tüm bu suçların cezasını da hiç çekmemişler hiç yargılanmamışlar.. Yine kendi kurdukları ve sürdürdükleri eğitim hukuk ve siyaset sistemiyle, Türk’ün bin yıllık tarihini kültürünü medeniyetini dinini ve ahlak nizamını yok etmeyi maalesef başarmışlar, milletimize de “ öğretilmiş çaresizliği “ layık görerek, kendi celladına aşık etmişler, rahmetli Necip Fazıl Kısakürek üstadımızın ifadesiyle; “ işgal ordularının bile yapamadığı yapamayacağı bir cinayetle, maddi ve manevi alanda yıkımı gerçekleştirerek..”
Türk milletini kendi vatanında öz yurdunda maalesef maalesef maalesef “ köle “
“ parya “ durumuma düşürmüşler.. Osmanlı’nın son iki asrını ve Türkiye’nin bu ilk asrını “ analitik bir analizle” anlamadan milletimiz maalesef hiçbir konuyu çözemeyecektir, bu da ancak ve ancak atalarımızdan tevarüs ettiğimiz bize ait bir “ eğitim modeliyle “
gerçekleştirilebilir. Dolasıyla mürşitlerinize ve müridlerinize acizane tavsiyemiz, eğer Kur’an Kerim’i, Sünnet-i Seniye’yi, Efendimiz’i ( sav ) ve Yüce Allah’ı ( cc ) iyi idrak etmişlerse bu çağda her Müslüman’ın dertlenmesi gereken konu sadece kendisi ve ailesi değil, Milletin ve tüm Alem-i İslamın dertleriyle dertlenerek, bu eğitim meselesiyle ( kreşten başlayarak anaokul İlkokul ortaokul lise ve üniversite kurmak..) samimi ve ihlaslı bir şekilde, yeni nesillerimizin geleceğini düşünmek ve bunu eyleme aksiyona dökmektir. Zira bunu, aklı başında biraz mürekkep yalamış her Müslüman dertlenmeli, himmeti milleti olmalı, tam bir adanmışlık ve fedakarlık ruhuyla vatanına milletine hizmet etmeyi ilk vazifesi bilmelidir. Yoksa “ Hakkın Divanında “ Yüce Rabbimizin huzurundaki “ Mahkeme-i Kübra’da “ çok çetin bir hesap hepimizi bekliyor, olacak.. Kalbi selam ve muhabbetlerimle efendim…
Not : Bu bağlamda Necip Fazıl Kısakürek üstadımızın, “ Müslüman Türk Gençliğine Hitabesini “ okumadıysanız lütfen çok dikkatli bir şekilde okumanızı ve çocuklara gençlere mutlaka okutmanızı istirham ederim. İnternette bulunmakta…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder