20 Aralık 2020 Pazar

TEVHİD,TASAVVUF,

Yunus Emre: Yetmişiki millet: “Cennet benim!” der. Oraya varmayınca belli olmaz. diyor. Hıristiyan da, Müslüman da, Yahudi de “Cennet benim!” diyor. “Cennet! Cennet!” diyorlar amma, cennet nedir? Bizim anladığımız gibi midir? “Akl-ı cüz”ün anlayışı ile cennet, hûrîli mûrîli birşey. Nefsimizi öldürdükten sonra “Akl-ı küll”le anlasak cenneti… “Hûrî”, kadın; “gılmân” da erkek çocuktur. Bunlardan vazgeçsek de cennete öyle baksak… Mısrî Niyâzî: Bugünkü cenneti irfâna dâhil olsalar uşşak, Yarınki va’d olan hûrî veya gılmânı neylerler… diyor. Allah bize “nefsinizi öldürün!” diyor; biz, oradaki hûrîlere nail olmak için nefsimizi daha beter kuvvetlendirmeye çalışıyoruz. İlk sual soran zât tekrar şunları söyledi: – Ne gariptir, bilmediği tasavvuf meselelerini araştıran insanlara softa! diyorlar. – Onlarla hiç meşgul olmamalı. Onlar insanın yolunu keserler. Asıl softa hakîkati araştırmayanlardır. Tasavvuf taassubu kat’iyyen kabul etmez. Onların da kendilerine göre bir hayat yolları vardır. Karışmamalı. Aynı yolda yanyana yürüyorsunuz ama onunla sizin aranızda belki altıyüz senelik zaman farkı vardır. Onları da öyle hoş görmeli. Herkes şimendiferci olsa trene kimi bindireceğiz? Allah onlardan da öyle tecellî etmiş. Onlar bir penceredir; Allah bir sıfatı ile o pencereden bakıyor. Biz pencereyi değil, pencereden bakanı görelim. Pencereyi görürsek, onun rüzgâr tesiriyle tak! tuk! diye çarptığını duyarız; huzûrumuz kaçar. Sultan her pencereden bakmaz. Bakan Allah’ın bir fiili bir sıfatıdr. Her şeyi “Tevhîd “ gözüyle görebilmek zordur. Tevhîd’i de yanlış anlayanlar vardır. Tevhîd, bir ham olur; bir de ilmî. Buraya trenle geldiniz. Bu tren demir madeninden yapılmıştır. Bu madenin topraktan çıkmış ve henüz işlenmemiş hâli bir tevhîddir ama bu, ham tevhîddir. Çünkü demir bu hâliyle kullanılmaz; insanlara faydalı değildir. Aynı demir fabrikadan şehre gelince, erbabı, onu ilme vurarak biyel, dişli, langet vs. yaparak onlara birer vazife birer ahlâk verdi ve onları birleştirdi. Bunların kimi sağa, kimi sola dönerek trenin çalışmasını ve yürümesini temin ediyorlar. Demir parçaları halinde dağılıp kesret âlemine düştükten sonra yine birleştiler; yine “tevhîd” tecellî etti. Asıl tevhîd, olgun ve ilmî tevhîd budur. Her pencereden bakan Allah’dır der ve o sıfata mahkûm olursak fena. Köpeği köpek, mühendisi mühendis göreceğiz. Bu iki şeyi bir görmeye imkân var mıdır? Tasavvuf da ilim olunca parça parçadır. İlimden sonraki “hâlî tevhîd” kemâlâttır. Peygamber “tevhîd”i anlayıp mağaradan çıkınca Allah’a 1001 isim verdi. Bu 1001 isim hiçbir dinde yoktur. O, tevhîdin ne olduğunu anladıktan sonra bunları görebildi. Böylece de “Celâl” den kaçtı, “Cemâl”e koştu. Bu 1001 isim birer sıfattır. Allah da size bir “rahmet” sıfatı vermiş, istiyorsunuz ki herkes iyi olsun. Fakat mümkün değil bu. Koyunla köpek bir olur mu? Köpek pis pis kokar, eti yaramaz; ahlâkı da fena. Koyunun ise ahlâkı temizdir; kazûratı bile temizdir. Köpeğinki öyle mi ya… İşte başladı ilmî tevhîd. Bir çalgı âleminde çalgıcıların kimi ud, kimi keman, kimi gırnata, kimi de davul çalar. Hepsi gırnata çalsa, yahut yalnız davul dan! dan! diye tek başına çalsa ne tadı olur? Hepsini uzaktan dinlersek, çok hoş. İçine girip onlara ayrı ayrı bakarsak nahoşluk görürürz. Hâlbuki nahoşluğu kendimizde görmeliyiz. Fakat ne yaparsın ki göz, bütün dünyayı görebildiği halde kendini göremez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder