20 Aralık 2020 Pazar

SOHBETLERDEN

Sayın Doçent Cahit Tanyol’la ile İsmail Emre hazretlerinin sohbetlerinden Yıl 1952) zaptedilebilen notları: Tasavvufun, bizi bütün insanları sevmeğe götüren bir yol olduğunu söyleyince sayın doçent şu mütalâada bulundu: – Fakat insanları sevmek kolay birşey değil. – Evet, bir insanda kâinatta mevcut bütün şeyler mevcut olduğu gibi, bütün mahlûkâtın ahlâkı da mevcuttur. İnsanda bu sıfatlar bulundukça, hakîki sevgi zuhûr edemez. Bu ahlâkları silkeleyip tek meşrep olanlar birbirlerini sevebiliyorlar. Sual – Nefret nerden doğuyor? – Bu kötü sıfatlardan. Mutasavvıflar ayna gibidirler; onlara bakanlar kendi sıfatlarını görür, ondan ikrâh ederler. Fakat mutasavvıflar kimseden ikrâh etmezler. Ayna nasıl her önüne geleni içine alıyorsa, onlar da bütün insanları gönüllerinin içine almaya çalışırlar. Bütün insanları severler; fakat bu insanların kötü ahlâklarını sevmezler. Aynanın nasıl rengi yoksa, onların da ahlâk renkleri yoktur. Aynada kendisini seyreden insan aynadan uzaklaşınca, ayna yine kendi rengine döner. Mutasavvıflar da böyledirler: İnsanlar, kendisinin gönül aynasında kendilerini seyredip gittikten sonra, yine kendi renklerine dönerler. Fakat bunu her vakit yapamazlar. Bu hâl, kendisi bu sıfatlardan silkelendiği zaman tecellî eder. Dünya işleriyle uğraşırken bu işi yapamaz. Ancak o (Büyük Kudret)e akıl, gönül ve sevgi yoluyla temasa çalışırken, şarp! bir âleme düşer; o vakittir lezzet… Sual – Nasıl oldu sizde bu hâl? Emre – Çocukluğumdan beri bu hâle meraklıyım. Bu hâlin bulaşıklığı ecdâdımızda da var gibi birşey. Babam hocaydı fakat mutaassıp değilmiş. Çocukken, gençken yegâne arzum, Hindistan’a, Mısır’a giderek Hızır’ı bulmaktı. Hızır dedikleri şey meğerse ilimmiş, “hâl”miş; karşımıza çıktı. Hızır, mânevîyyet yolunda darda kalanlara yetişir. Ben de Hızır’ı arama sevdasıyla yaşarken, 333 te bizi askere aldılar. Bir askerlik arkadaşım delâletiyle Develioğlu’nu tanıdım. Bu zât çok büyük bir insandı. Sual – Tarîkatçı mıydı? Emre – Hayır; tarîkattan nefret ederdi. Zevk-i ebedî insanın kalbindedir. Tarîkatın mânâsı “yol” demek olduğuna göre, kalbin yolu olur mu? “Vahdet” bir noktadır. O zât, tarîkat marîkat bilmezdi. Tarîkat, tespih… Nedir bunlar? Mânevîyyeti anladıysak, bir tahtadan veya taştan yapılmış bir tesbihe Allah! Allah! demek doğru mudur? Anlayış, sözle, kelimeyle, yani Allah! Allah! demekle değil, kelimenin mânâsını bilmekle olur. Cezbeli insanlardan istifâde edilemez. O, “Vâdî-i Cünûn”da gezer. Cezbe, “Akl-ı Cüz”ün “Akl-ı Küll”e düşerken kendini şaşırmasıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder