5 Aralık 2020 Cumartesi

GÖNÜL

Adanalı İsmail Emre hazretlerine "gönül medir?" diye sormuşlar: Emre hazretleri şu cevabı verdi: Gönül, nuranî bir sıfattır. Elektrik ışığı nasıl ampulden zuhûr ediyorsa, “Gönül”ün zuhûratı da kalptendir. Gönül bir “Cismi lâtif” dir, mekânı kalptir. Gönül, insana mahsustur. Hayvanlarda yürek var, gönül yoktur; hatta nefsini ıslah ve terbiye etmemiş kimselerin gönlü de gönül sayılmaz. Gönül terbiye edilmelidir. Peygamberler, gönüllerini tasfiye ve terbiye ettikten sonra peygamber olmuşlardır. Gönüllerini terbiye edebilen insanlar, cidden büyük insanlardır. Bazı kimselerin gönlü ne kadar hoştur. Bu gibi insanların kalplerinde zerre kadar fenalık kalmamıştır. Onlar herkesin ihya olduğunu isterler. Bir (Hadîs-i kudsî) de (Beni ne yerler, ne gökler alabilir; beni ancak mü’min bir kulumun gönlü alabilir.) deniliyor. Bir hadîste de şöyle deniliyor: (Mü’min’in kalbi Allah’ın evidir). Yerin göğün alamadığı bir varlığı alan gönül ne kadar büyükmüş… Gönül hakikaten çok büyüktür. Şairin biri (Her ne ki var âdemde, örneği var âlemde) demiş. Hâlbuki her ne ki var âlemde örneği var âdemde demeliydi. Çünkü bu görünen âlemler, bu kâinat, insan gönlünün bir ışığı veya tecellisidir. Gönül’e yazılan şeyler kâğıtlar üzerine yazılacak olsaydı, o kâğıtlar dünyayı birkaç defa sarardı. Gönül, gördüğünü defterine yazar. Defterine yazdığını, bir zaman sonra tanır; yazmadığını tanımaz. Çarşıda her gördüğümüz insanı, sonra görünce “Bu filândır; filân yerde görmüştüm” diye tanıyabilir miyiz? Hayır, çünkü gönlümüze yazılmamıştır. Orada seslerin, kokuların izleri ve yazıları da vardır. Velhasıl gören ve işiten, gözle kulak değil, gönüldür. Doktorlar söylüyorlar: Bir gözün bir milyon sekiz yüz bin damarı varmış. Bunların hepsi gönüle bağlıdır. Kulak da böyle. Bu, fennin görebildiği. Daha, fennin bilmediği göremediği neler var ki hep gönülden çıkıp gönüle giriyor. Anadan doğan bir yavrunun gönlü fotoğraf camı gibi tertemizdir. Bu yavrunun gözü var, fakat görgüsü yoktur. Aklı vardır, fakat bir kasa içinde kitlidir. Aklı ermeğe başladıkça gördüğü, işittiği gönlüne yazılmağa başlar. İyi veya kötü huylar da böylece öğrenilir. Fakat gönül istemediği bir şeyi öğrenmemek, yapmamak iradesine sahiptir. Sigarayı misal olarak alalım: Sigara içenleri gördükçe bu hâl gönlümüze yazıldı; onu beğendik, biz de içtik. Zaman geldi ki tiryaki olduk. Fakat zararını da görmeğe başladık. Artık vücudumuz o arzuya, o huya mahkûm oldu. Eğer irademizi kullanır da sigarayı terk edersek, gönül o huya hâkim olmuş olur. Yani gönülden (Sigara içme) yazısı silinir; yerine “Sigara içmemek” iradesi yazılır. Fakat ne de olsa o silinen yerde bir yara izi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder