KABETÜ'L-UŞŞAK BAŞED İN MEKAM
HER Kİ,NA-KES AMED İNCA ŞOD TEMAM.........
Bu makam Aşıkların Kabe'si oldu. Noksan gelen tamamlanır.
ALLAH İÇÜN ALLAH İLE ALLAH'A GİDERSİN
ALLAH'TAN ALLAH İLE ALLAH'A GELİRSİN
19 Aralık 2020 Cumartesi
MANEVİ ZEVKİ TAHSİL ETMEK
İnsan mânevî zevki tahsîl etmezse, gerisi boş.
Allah bizi evvelâ Âdem olarak yaratır; sonra “insan” derecesine indirir; daha sonra da “beşer”liğe düşürür. Bu hâli, bu düşüşü idrâk edenler akıllarındaki “kötü ahlâk” askerlerini tepeleyerek “Kan Kalesi”ni fethederler; böylece tekrar “insan” olurlar. Bundan sonra da “Âdem”lik devresi başlar. Sonra “Rahmân” sıfatının hâli tecellî eder. Bu tecellîye mazhar olan insan artık ölmez; çünki muhîtleşir.
İnsanı kurtaracak olan şey, ancak nefis ve ahlâk tasfiyesidir. Öyle “Biliyorum, bilirim” yok. İnsan ne kadar bilse, Şeytan’dan daha fazla bilemez ya… Çünkü o, meleklerin hocasıydı; ama Allah’ın da düşmanıydı. Sevgiye varmayan insan da Allah’ın düşmanıdır. Tek kurtuluş çaresi bütün mahlûkatı kendimizden fazla sevmektir.
Sevgi merdiveninin basamakları, aşağıdan yukarıya, yani Allah’a doğru sırasıyla şöyle tekâmül eder: Yürek, kalp, vicdân, gönül.
Yürek, hayvanlarda da vardır. Yürek, duyduğunu tahlil ediyor ve düşünüyorsa “kalp” olur. Sonra “vicdân” olur. Allah o vakit oradadır. Hıristiyanlar haç çıkarırken: “Allah ne sağda, ne solda; kafa ile kalptedir” demek istiyorlar amma, ne dediklerini bilmiyorlar. Onların haçı, çarmıhı, Îsâ’nın mânevîyyetini ve yüzünü tarif ediyor.
İnsanlar sevdiklerinin yüzüne, gözüne bakarlar. Dost başa, düşman ayağa bakar derler. (Ahsen-i Takvim) olan, yüzdür. Hayvan yüzü “Cemâl” olabilir mi? Vücut ve âzâlar sıfat, göz zattır. Âzâda kusur olabilir. Onun için âzâya, yani sıfata bakan kusur görme ahlâkına düşecektir. Öyleyse, biz de doğrudan doğruya yüzüne, gözüne, bakarız. Biz onun bir parçası olursak, o bizden vazgeçer mi? Büyüğün büyüklüğü, küçüğünü düşünmesinde ve sevmesindedir. Ne kadar seviyor ve düşünüyorsa, o kadar büyüktür.
İnsan mânevîyyette büyümezse, isterse 500 yıl yaşasın, yine çocuktur. Yaşayanın değil, düşünenin ve anlayanın yaşı büyüktür. Bunun içindir ki Muhyiddîn-i Arabî, beş yaşındaki Mevlânâ’yı deryâya, babasını da küçücük bir damlaya benzetmiştir:
Mevlânâ’nın babası, memleketinden hicret edip Konya’ya gelirken Muhyiddîn-i Arabî’yi ziyaret etmek üzere Şam’a uğramış. Oğlu, beş yaşındaki Mevlânâ, yani Celâleddin de yanındaymış. Küçük Celâleddin Muhyiddîn’in büyük bir adam olduğunu anlıyor. Babasının aklında ise hep Bağdattaki mutasavvıflar varmış, sohbette de uykusu gelirmiş. Babası: “Kalk gidelim” dedikçe, Mevlânâ “Babacığım, aradığımız burada!” diyor, amma babasına dinletemiyor. Nihayet gidiyorlar. Muhyiddîn arkalarından “Ha ha ha!” diye kahkahayla gülüyor. Etrafındakiler, böyle gülmesinin sebebini sorunca, Muhyiddîn, babasının arkasından giden küçük Celâleddin’i işaret ederek: “Koca bir deryâ bir damlanın arkasından gidiyor da ona gülüyorum” diyor.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder